H. Yücel Koç
Ankara Mahkemeleri Yetkilidir
Dev bir fabrikanın sahibi de olsanız, binlerce insanın çalıştığı bir resmi kurumun en tepesinde de olsanız, bir esnaf da olsanız, bir iş makinası operatörü de olsanız, birilerine iş verir, iş istersiniz. Verdiğiniz işin düzgün, zamanında ve eksiksiz olmasını beklersiniz.
“Eskiden senet sepet mi vardı, herkes sözünün eriydi,” “Usta kalmadı, usta,” “Paran da olsa iş yaptıramazsın,” “İşsizlik var diyorlar, biz çalıştıracak adam bulamıyoruz,” “Eğitim bitti” ve benzeri konuşmalara şahit olmayan yoktur. Eminim ki bu klişe olmuş cümlelere çoğumuz da katılıyoruzdur. Çünkü iş yaptırmak istediğimizde, işi yaptırırken veya iş bittikten sonra anlamsız olduğunu düşündüğümüz onlarca sorunla karşılaşmış ve üzülmüşüzdür. İşi verdiğiniz kişi ister maaşla yanınızda çalışan olsun, isterse yaptığı iş karşılığı parasını alan bağımsız birisi. Sorunlar üç aşağı, beş yukarı benzerdir. Bu sorunlar yüzünden hayatından bezdiğini düşünen insanlara da rastlamışlığım vardır.
Ülkemizde askerlik anıları nasıl ki sonu gelmeyen anılarsa, emin olun, iş anıları da en az asker anıları kadar sonsuzdur. Herkesin unutamadığı tesisat, boya, terzi, elektronik alet tamiri, temizlik çalışanı, usta anısı vardır. Sormayagörün. Ya da hadi sorun, yakınınızdaki insanlara. Sorunca göreceksiniz, sordukça bitmeyen anılar dinleyeceksiniz. İnsanlar ne çileler çektiklerini, nasıl yandıklarını anlatacaklar.
Hayata, iş hayatına, insana, çevreye evrensel değerleri baz alarak bakıyorsanız iki kere yandınız. İnsana dair değer verdiğiniz ne varsa suistimal edilmeye adaydır. Ülkemizde iş yaptırmanın yolu insani değerlerin göz ardı edilmesinden geçiyor dersem, çok itiraz eden çıkar mı? İflah olmaz fanatikler ve etliye sütlüye karışmayan, işleri onların adına yaptıran birilerine sırtını dayamışların dışında çok itiraz sesleri yükseleceğini sanmıyorum.
Geçen yaz bu işlerden çok çekmiş, çektiklerinden ders çıkarmış bir arkadaşım Ordu’nun bir dağ köyünde babasından kalan evin tadilatını yaptırdı. Çok tatlı dili, esprili ve hayatımda tanıdığım en zeki insanlardan olan arkadaşım evin tadilatını üstlenecek kişiyle güle oynaya bir sözleşme yapıyor. Tatlı dilini ve ülkemizdeki işe başlarken duyulan sınırsız güven hissini de iliştirdiği harika bir sözleşme hazırlıyor ve yükleniciye imzalatıyor.15 gün sürecek tadilat üç ayda tamamlanıyor. Pardon, tamamlandığı kabul ediliyor. Arkadaşım bin bir sitemle, sorunları, oluşabilecek sıkıntıları, tadilat boyunca aileden birilerine dönüşen yüklenici ve ekibine anlatıyor, uyarılarını yapıyor. Yükleniciye parasını eksiksiz ödüyor. Yüklenici parasını aldıktan sonra işi de, eksikleri de, çıkabilecek sorunları da unutup gidiyor. Kış geliyor, Karadeniz’in meşhur yağmurunun da desteğiyle evin verandası, arkasından da dış kapısı kayıyor ve kullanılamaz duruma geliyor. Tamam buraya kadar konu üzücü ama bir de benim dilime düşmek var. İşte en acısı bu. Oysa ki tadilata başlamadan “Başına iş alma, yılda bir hafta gittiğin eve böyle tadilat yapılır mı” diye kendisini uyarmayı bir görev bilmiştim. Haklı çıkmanın verdiği mutlulukla, işin geldiği noktada da biraz eğlenmek hakkımdır diye düşünüyorum. Şaka bir yana, bu işlerde haklı çıkmak için çok bilmeye, çok yaşamaya gerek yok. Çünkü sonuç herkes için ve hemen hemen her iş için genellikle aynı. Hüsran.
Arkadaşımla dalga geçen ben, iki aya yakın zamandır, iki sıradan masanın tamamlanmasını bekliyorum. Üstelik daha önce de iş yaptığım, tanıdığım, güvendiğim insanlardan. Bu arada benim masa konusundan ev tadilatı yapan arkadaşıma hiç bahsetmedim. Biliyorum, başıma gelenleri öğrense, sen ettin ben etmeyeyim demez. Rezil oluruz. Tek umudum bu yazıyı okumamasında.
Niye böyleyiz? Niye kanıksadık? Kader gibi kabul ettik? Evet eğitim planlaması önemli, kalifiye elaman yetiştiremiyoruz ama ana sorun bu mu? Maalesef değil. Birbirimize olan saygımızı kaybettik, özensiz olduk, bencil olduk. Önce kendimizi düşünüyoruz. Konforumuz yerinde mi, önemli olan o. Etik değerlerimizi sıradanlaştırdık. İnançlarımız bizi iyi insan olmaya teşvik etmiyor artık. İbadetler bile egoistçe. Arzuladığımız dünya nimetlerini bizlere sağlayan ibadetler değerli.
Bizi herkesten daha havalı yapan tavırlar önceliğimiz. Karşımızdakinin bizim neden olduğumuz üzüntüleri, öncelikle üzülenin sorunu. Alacağımız beddualar, negatif söylemler, hakaretler kulağımız işitmediği sürece haklı da olsa söyleyenin sorunu. Artık biliyoruz ki “Ölüm acısının bile üç gün olduğu bu yüzyılda” herşey unutulur. Yarın yeni bir gün. Hele bir yarın olsun bakarız.
Sanmayın ki Karadeniz’deki evin hikâyesinin devamını unuttum. Benim zeki arkadaşım sorunlar patlayınca yükleniciyi arıyor. Durumu anlatıyor. Sonraki aramalarında telefonlara cevap vermeyecek olan, parasını pulunu eksiksiz almış, yeni ve muhteşem işlere yelken açmış yüklenicimiz milli özelliklerimizden birisi haline gelen, bilindik iki kelimeyi sarf ediyor. “Hallederiz abi.” Bu iki kelimenin ardından gelecek sonucu uzun uzadıya anlatmama gerek yok diye düşünüyorum. Yüklenicimiz Ordu’da yaşıyor ve çok mahir bir insan olduğu için işten işe koşuyor, kafasını kaşımaya vakti de yok, mecali de. Ama benim tadilat sever arkadaşım, sözleşmeye “Uyuşmazlık hallerinde Ankara Mahkemeleri yetkilidir” yazıyor. Kendisi de Ankara’da ikamet ediyor. Bir gün ansızın bir Ankara Mahkemesi’nden mahkeme celbi alan, dünyanın en meşgul insanlarından birisi olduğunu düşünen yüklenicimiz, tadilat sever arkadaşımı arıyor. Arkadaşıma olan derin sevgi ve saygısını ifade ettikten sonra, evin eksik ve sorunlarıyla ilgili neler yapmaya başladığını anlatıyor. Konunun devamı uzun ama bizim yerimiz sınırlı.
Değerlerin zedelendiği, egoizmin, bencilliğin öne çıktığı, sevgi, saygı, iyi niyet, hak, hukuk gibi kavramların önemini yitirdiği toplumlarda doğru, akılcı sözleşmeler zorunluluktur. Küçük, büyük demeden, azdı, çoktu demeden, önemliydi, önemsizdi demeden sözleşme yapın. Üzülmemek için, üzmemek için.