Hakan Ömer Gider
Önce Takım Olalım, Sonra Bakarız
Merhaba, bu elinizdeki sayı ile birlikte 2019 a merhaba diyeceğiz. Bu geçtiğimiz 365 günde neler neler oldu? Siyasi, sportif, adli, sanatsal günde toplamda yurt içi ve dışından ortalama 40- 50 haber ile bilgileniyoruz. Tabii ki bunlara, acil ve son dakikalar da ilave oluyor. Peki, geçen yıl planlayıp, maalesef bu yıl yapamadığımız neler eksik kaldı? Hangilerinden vazgeçtik ve hangilerini yine umutla bu yıla devrettik. Büyük bir ihtimalle de bunlar majör kararlar olmalı…
Amacım bu giriş paragrafında sizleri biraz olsun düşündürmek ve mümkün olduğu kadarıyla 2019 yılında ertelenen planlarınızı yapmanızı sağlayacak motivasyonu sağlamak. Ama galiba giriş yeteri kadar motive edici olmadı.
Neden istediklerimizi yapamıyoruz? Acaba fazla mı bireyseliz? Bireysel düşünce ve davranışlar nedeniyle daha güçlü hareketler yapamıyor muyuz? Bizim insanımızda gözlediğim en önemli şeylerin başında başına buyruk davranması geliyor. Bağımlı ve bağlayıcı olmayı pek sevmeyiz. Mesela iki üç aile bir yere giderken araçlarda yer olsa bile herkes kendi arabası ile gitmeyi tercih eder. Ya da herkes kendi aracı ile gitse bile, yolda birbirlerini beklemek ya da konvoy şeklinde gitmek de pek sevmedikleri davranıştır. Her ne kadar kasap havası, horon oynamayı sevsek de daha çok bireysel ve karşıdakinden bağımsız oynanan kol bastı daha keyiflidir. Bunu birçok konuda uzatmak gerçekten çok önemli de olsa, ekip olma bilincini kazanmak kişiler için çok da istedikleri bir şey değildir.
İçinde bulunduğumuz yüzyılın değişim yılı olduğunu artık, bebekler bile anlayacak duruma gelmiştir. Teknolojik değişim bizleri iş dünyasında birçok konuda değişmemize ve farklılaşmamıza sebep olmuştur ve olacaktır. Bu değişimleri dört başlıkta toplamak mümkündür. Bunlar:
• Yöneticiden, liderliğe geçiş,
• Bireylerden, takımlara geçiş,
• Müşteri hizmetinden, ortaklıklara geçiş,
• Geleneksel ücretten performans, takdir ve ödüle geçiş.
Ben bu yazımda bireylerden takımlara nasıl geçeceğimiz üzerinde durmak istiyorum. Yukarıdaki paragraflarda iş dünyasının bireysel çalışmalara önem verip, takım olmayı pek de fazla desteklemediğinden bahsetmiştim. Bu doğamızı değiştirmek adına, takım olmanın biraz da yararlarını söylemek gerekir. Yani takım olmak bize ne kazandıracak ki?, biz de takım olmalıyız, duygusunu destekleyelim.
Hatta bu takım olmayı bir adım daha ileriye taşıyabilirsek, bu kez konuyu yönetim açısından da inceleyebiliriz. Klasik yönetim anlayışının faaliyet konular ya da performans kriterlerine bakacak olursak, bunların; Kalite, Yenilik, Gelişim, Düşünüş, Çalışma Şekli, Motivasyon, Yönetici, Eğitim, Karar alma, Odak olduğunu da düşündüğümüzde, bahsi geçen her konunun hem klasik yönetimlerde hem de Takım Yönetiminde nasıl farklılıkları olduğunu görebiliriz.
Eğer bu anlayışı satış ve satıcı odaklı bir şirkette düşünürsek, özellikle motivasyon da klasik yönetimde ceza ile motive edilmek işe yararken, şu anda takım yönetimlerinde ödül ile motivasyon daha yaygın ve etkili görülmektedir. Eğitimde ise; Klasik yönetimlerde ihtiyaç halinde alınan bir yapı varken, takım yönetimlerinde ise sürekli kişileri eğiti m ile diri tutma gündemdedir. En önemli olan ise son maddede görülmektedir. Klasik yönetim şirketlerinde neredeyse yüzyıllardır, işletmenin odağı kar olarak görülmekteyken bu kez takım yönetimlerinde işletme odağını yıllarca ihmal ettiği müşteriye döndürmüştür.
Yukarıda kısaca anlattığımız, yıllarca Atasözü olarak kulaklarımızda yer eden bir elin nesi var, iki elin sesi var sözünü de pek yabana atmamak gerekir.
Takım olmak, bireyselliğe değil, takıma yani bir arada olmaya prim vermek ve dolayısıyla daha etkili olmak için yola çıkan kalabalık gruplarda da maalesef bulan kişinin adı ile anılan; Ringelmann Etkisi ni de unutmamak gerekir. Ringelmann fiziksel olarak oluşturulan ekiplerde ekibin sayısı arttıkça tahmini potansiyel başarı ile gerçekleşen arasında yüzde otuzluk bir sapma olacağını söylüyor. Bu nedenle de bu etkiyi de göz önüne alarak, gereğinden daha kalabalık ekipler kurarak başarı değil başarısızlık elde edebileceğimizi unutmamalıyız!
Bu sayılık da bu kadar bana bu satırlarda görmek istediğiniz konuları ya da görmek istediklerinizi yazarak talep edebilirsiniz.
Belki bazılarımız için gelecek yıl bu yıldan daha zor geçeceği düşüncesine inanmak daha doğru gelirken bazılarımız için de gelecek yıl daha iyi olacak görüşüne inanmak…
Öyle ya da böyle gelecek yılın bize kriz mi? yoksa fırsat mı? olacağı yaşamadan anlaşılmayacak. Fakat bildiğim bu konudaki tek şey kriz kişilerin hazır olup olmadığına bakmadan gelirken, fırsat sadece bunu anlayacak olanlara ve daha çok hazır olanlara gelecektir.
Genel anlamda ülkede yaşanan her türlü sorunların yanı sıra daha mikro bazda işletmelerde ve işletmelerin birlikte çalıştığı diğer işletmelerde ciddi bir sorun son birkaç yıldır ayyuka çıkmış durumdadır. En çok talep gören eğitimin en çok eksikliği duyulan konu olduğundan yola çıkarsak. iletişim başlıklı eğitimler, özellikle gelişen işletmelerde çok talep görüyor.
Ne kadar acıdır ki ortalama altı yaşından beri konuşup, ancak yirmili yaşlara geldiğimizde konuşmanın bir iletişim olmadığını öğreniyoruz. Sözlü iletişim konusunda kırdığımız potlar ve davranış hatalarımız yüzleri geçerken, bir de şimdi başımıza dijital dünyadaki iletişim geldi.
Kısaca toparlamak gerekirse, e-mailler, MSN, Whatsapp, Mesenger vb. tüm iletişim araçlarında yazarak iletişim kurarken çok basit kuralları göz ardı ederek, iletişimi zorlaştırıyoruz.
1. Aldığımız tüm yazılı mesajlara aldığımıza dair bir cevap vermeyi ya unutuyoruz ya da gereksiz buluyoruz. Bize bu mesajları attıktan sonra alıp almadığı konusunda, tahminden başka bir şey kalmıyor. Bu konu sadece mesajın ulaşıp, ulaşmadığı ile ilgilidir.
2. Mesajın ulaşıp ulaşmadığına cevap vermemenin yanı sıra orada sorulan bir soru ya da davranış için de aynı metodu uygulayıp, sessiz kalıyoruz.
Ör: Market zincirleri olan bir müşterimde satın almaya bakan kişi, 17 farklı mağazanın mağaza müdürlerine …. Ürün geldi diye mesaj attığımda sadece 3-5 tanesinin cevap yazdığını ve kalanın cevap bile vermediğini söylediğinde; işin acısı mağazalar koordinatörünün bu olay karşısında ki cevabı; Hakan Bey bizim şirketimizde mesajlara cevap verme kültürü yoktur şeklindeki koruyucu tavırdır.
3. İstenilen iş yapma amaçlı hazırlanan tekliflere sonucu belli olmasına karşın katılan yani teklif alınan kişilere dönerek maalesef olmadı diye söylememek. Burada teklifi veren firmanın makul bir sürede iş için dönülmediğinde, kişinin her halde işi bize vermediler! diye kendi kendine düşünüp, sessizce kalması gerektiği düşünülüyor. Son zamanlarda bu tavır o kadar çok yerde ve durumda başıma geliyor ki; bu düşünceyi kabul ettirip, zafer kazanmaları an meselesi. Karşıt bir görüşte olup, karşısında durabilmek gerçekten çok zor.
4. Bir başka iletişim kazası, randevu iptallerinde yaşanıyor. Aldığınız bir randevuyu Aman vazgeçmesinler! diye teyit etmeden gittiğinizde, görüşeceğiniz kişinin bir işi çıktığı, hasta olduğu, seyahatte olduğu, acil toplantısı çıktığı gibi bir sürü bahane ile karşılaşıp, sekreterinin de randevuyu tehir etmeyi unuttuğunu Tuzla dan Beylikdüzü ne gittiğimiz randevu yerinin danışma bölümünden öğrendiğimiz de oluyor.
5. Bir başka durumda iş yeri olsun, ev olsun, çat kapı gelen misafirlerden kaynaklanıyor. Güvenlikli sitelerde yaşadığımızda, istersek kişiyi almayıp, yok dedirtme imkanı da olmasına rağmen ayıp olması diye istemediğimiz kişiler ile görüşme ve muhatap olma durumunda kalabiliyoruz.
Siz isiz olun yukarıda çok basit gördüğümüz iletişim davranışlarını lütfen özenle uygulayın. Bir çok insan artık bu tip hatalardan dolayı iletişim kurmamayı tercih ediyor.