AFS Başarı Hikayesi ve Kurucusu S. Zeki Poyraz
Dr. İlhami Pektaş: Yerli ve Milli Üretime Adanmış Ömürler - 39: AFS Başarı Hikayesi ve Kurucusu S. Zeki Poyraz
Dr. İlhami Pektaş:
Yerli ve Milli Üretime Adanmış Ömürler - 39: AFS Başarı Hikayesi ve Kurucusu S. Zeki Poyraz
1983 senesinde iş hayatına giren Poyraz, 1991 yılında, AFS ile yarı esnek hava kanalı üretimine adım atarak teknolojisini geliştirmeyi sürdürmüş ve sekiz farklı kategoride üretim aşamasına geçerek kısa sürede sektörün lideri olmayı başarmıştır. Kurumsal ol, Ar-Ge ve ihracat yap modeli ile uluslararası standartlarda ve çağdaş teknolojileri kendine adapte ederek üretim yapan AFS, sürekli yenilik anlayışıyla sahip olduğu değerlerden ödün vermeksizin, geliştirdiği üstün teknolojisi ile bugün, 81 ülkeye gerçekleştirdiği ihracat ile ülkesine haklı bir gurur yaşatmanın mutluluğunu yaşıyor.
İklimlendirme Sanayi İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, TİM Sektörler Konseyi üyesi ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği İklimlendirme Sektörü Meclis Başkanı olarak görev yapan S. Zeki Poyraz ve AFS firmamızı tanıyalım.
İklimlendirme sektörü denilince akla gelen ilk isimlerden biri olan S. Zeki Poyraz kimdir?
1962 yılında Ankara’da, dört erkek kardeşin ikincisi olarak dünyaya geldi. Ailesi aslen Kayseri Gesi Bağları’ndan. Mutlu ve kalabalık bir ailede huzurlu bir çocukluk dönemi geçirdi. Birbirine bağlı, değerleri önemseyen bir ailenin içinde çok güzel anılarla dolu yılları oldu. S. Zeki Poyraz, o zamanda şimdiki gibi haksızlığa tahammül edemeyen, her zaman ciddi ve disiplinli bir insandı.
Çocukken oyuncakları parçalarına ayırıp, birleştirmekten büyük keyif alırdı
Ankara’nın en iyi ilkokullarından biri olan Çankaya İlkokulu’nda eğitim hayatına başladı. S. Zeki Poyraz, o yılları şöyle anlatıyor: “Okulda din derslerini öğretmen bana verdirirdi. Bu yüzden bana, arkadaşlar arasında ‘imam’ derlerdi. O yaşlarda defalarca okuduğum, sayfa sayfa ezberlediğim bugünüme en çok katkısı olan kitap “Nasıl Çalışır?” serisiydi. Mesleki hayatımda büyük rolü olduğunu söyleyebilirim. Babamın aldığı oyuncakların ömrü ise sadece 24 saat sürerdi. Çok oynamadan hemen içini açar ve nasıl çalıştığını incelerdim. Her bir parçasını ayırmak ve sonra tüm parçaları birleştirmekten büyük keyif alırdım. Bu arada tüm eğitim hayatım boyunca bir taraftan okurken diğer taraftan da çalışmaya devam ettiğimi belirtmek istiyorum. Hatta ilkokul dördüncü sınıftayken bir gün, babam beni inşaat malzemeleri satan bir çarşıya göndererek bir bağ inşaat teli almamı istemiş, elime de o gün için yüklü bir para vermişti. Aldığım tel benden daha ağır olduğu için dolmuş durağına dek yuvarlayarak getirdiğimi hatırlıyorum. O gün bu olaya şahit olan bir arkadaşı babama “Çocuğa çok para verdin, ya kaybederse?” deyince babam da “Bir defa kaybeder!” diye cevap vermişti.”
Güven dolu, olgun ve tecrübeyle dolu bir ortamda yetişti
Babaları onlara kasalarındaki tüm sermayeyi devrettiğinde, S. Zeki Poyraz 22, abisi ise 25 yaşındaydı. Birkaç kez babasına “Bu işi nasıl yapalım?” gibi sorular sorduklarında, babalarının cevabı: ”Beni öldü farz edin ve işi bildiğiniz gibi yapın” şeklinde olmuştu. Babalarının onlara duyduğu güvenin temelini Poyraz şöyle açıklıyor, “Her anne-babanın ideali çocuklarını kendi ayakları üstünde durabilen birer birey olarak yetiştirmektir. Çocuğun kendi davranışlarının sorumluluğunu alması, zaman içerisinde oluşur. Bu sorumluluk bilinci oluşumunda ise en büyük rol, anne-babadadır. Babam bu ve benzeri değerler edinmemiz için çok uğraştı. Küçük yaşlarda başlayan bu sorumluluk duygusu, hem kendimize güven duymamızı sağladı hem de otokontrol gelişimimizi destekleyerek ilerleyen süreçlerde sosyal yaşama adaptasyonumuz için olumlu katkı sağladı. Aynı bilinçle kendi çocuklarımız için çaba sarf edebiliyorsak, ne mutlu bize. Babam ayrıca ileri görüşlü bir insandı. Tüm ulusal ve uluslararası seyahatlerinde bizi de yanına alırdı. Dolayısıyla babamızın arkadaşları bizim de arkadaşlarımız oldu ve daha olgun, tecrübelerle dolu bir ortamda yetiştik.”
Eğitim hayatı boyunca hem hafta sonları hem de yaz tatillerinde çalıştı
İlkokulu bitirdikten sonra Ankara İmam Hatip Lisesi’nde orta ve lise öğrenimini tamamlayan Poyraz, eğitim hayatına ilişkin detayları şöyle anlatıyor: “Tüm eğitim hayatım boyunca üniversite de dahil olmak üzere hem hafta sonları hem de yaz tatillerini bisiklet satıcısı, elektronik mağazası ve sarraf gibi farklı esnafların yanlarında çalışarak geçirdim. Babam müteahhitti. Biz inşaatlarda büyüdük. Dolayısıyla inşaat dahil birçok alanda çalışma fırsatım oldu. Her biri de çok kıymetli deneyimlerdi. Çocukken pilotluk hayalim vardı ama dil bilgisine olan hayranlığım ve merakım daha ağır bastı ve Ankara Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı’nı tercih ettim. Okuldan işe, işten okula olmasına rağmen sene kaybı olmadan 4 yılda mezun oldum. Yurtta kalan veya ailesiyle yaşayan, tek sorumluluğu okul olan öğrencilerin çoğu bütünlemeye kalmıştı. Üstelik üniversite ikinci sınıfta evlendim. Erken evlendiğim için her zaman şükrederim; oğlum ve kızım da benim gibi erken evlendi. Hiçbir şeye değişemeyeceğim sevgiyi tattıran torunlarım var. Mutluluğun ve şükrün en güzel tablosudur bu.”
Başladığı hiçbir işi yarım bırakmadı, yarım kalacağını düşündüğü işe de başlamadı
Askerlik yıllarına ilişkin anılarını anlatan Poyraz: “Askerliğimi 1987-88 yılları arasında Ankara Mamak Muharebe Okulu’nda yaptım. Zor bir dönem değildi. Girişimci ruhlu bir gençtim. Er lavabolarının bir kısmı çalışmazdı. Komutana “Çarşı izni verin, ben yaptırayım!” teklifinde bulundum. Malzeme alıp getirdim, tamir ettim. Hem de evimi, çocuklarımı gördüm. Yemekhaneler barakaydı ve yakınlarında tuvalet/abdesthane yoktu. Yine ‘Ben yaptırayım’ dedim. Emrime 1 astsubay, 20 er ve 1 Cemse kamyon verildi. İnşası yarım kalmış 200 metrelik bir atış alanı vardı. Bu defa onlar bana, ‘Yapar mısın?’ diye sordular. Bu saydıklarımın hepsi mevcut birer problemdi ancak ne dile getiren ne de çözmek için sorumluluğu yüklenen vardı. Bir gün Albay geldi; “Çavuş ne yapıyorsun?” dedi. “Tuvalet ve abdesthane inşa ediyoruz” dedim. “Asker bu iş senin askerliğini de bitirir, benimkini de” dedi. Yani bu işin asla bitmeyeceğini ima etmişti ama hepsini de 8 aylık askerlik dönemimde tamamlayarak faal hale gelmesini sağladım. Çok şükür hayatımda başladığım hiçbir işi yarım bırakmadım. Yarım kalacak işe de iş olsun diye başlamadım.”
Kurucusu olduğu AFS markası, 1991 yılında doğdu
Askerlik döneminin ardından iş hayatına ilişkin anıları ile devam eden Poyraz: “Hep üretim yapmak istemiştim. Üniversiteye giderken 1983 senesinde mekanik tesisat malzemeleri üreten ve satan bir şirket kurarak kardeşlerimi ve babamı ortak ettim. İklimlendirme sektörü hayatım 1983 yılında kurduğum Poyraz Mühendislik ile başladı. Zor yıllardı, malzeme bulmak zordu ithal etmekte kolay değildi. Çünkü ürün de üretim de yoktu. Öyle ki; hidrofor tankını ayrı bir yerde yaptırıyor, pompasını ayrı alıyor sonra farklı bir yerde birleştirme işlemini yaptırıyordum. Zamanla Türkiye’de de birkaç marka üretime başladı.
1987 yılında Almanya’da ISH Fuarı’nı ziyaret ettiğimde yeni fikirlerle tanıştım. 1991 yılında ise kurucu ortağı olduğum ve bilfiil çalıştığım AFS markası doğdu. 1995 senesinde bu defa AFS olarak ISH Fuarı’na katılım sağladık. Uluslararası fuarlara katılmayı, ziyaret etmeyi, yeni şeyler öğrenip, keşfetmeyi çok önemsiyorum. Rıfat Hisarcıklıoğlu ile ortaklıklarımız oldu. O yıllarda Avrupa ve Ortadoğu’yu dolaşarak çok güzel anılar yaşadık. Flexible hava kanalı işine girmemde en etkili gelişme mutfak davlumbaz yarı esnek boruları oldu. Türkiye’de üretimi olmadığı için yurtdışından geliyordu. İthalatı önlemek için biz üretmeye karar verdik ve üretime başladık.
2005 yılında global bir firma olan S&P ile ortaklığa gidildi
Ülkemizde doğal gaza geçildiği dönemde paslanmaz çelik ihtiyacını fark ederek bu alana yöneldi. AFS olarak havalandırma sektörlerinde kendilerini küresel alanda geliştirme kararı aldıklarını belirten Poyraz, iş hayatının o yıllarını şöyle anlatıyor: “Tam esnek hava kanallarını ithal etmek yerine yerli üretimine başladık. Zaman içerisinde her türlü esnek hava kanalını ürettik. Bu kadar çeşitli ürün üreten dünyadaki tek firmayız. 2005 yılında da evsel, ticari ve endüstriyel havalandırma konularında global ölçekte öncü bir firma olan S&P ile ortak olduk ve Türkiye distribütörlüğünü üstlendik. 2015 senesinde Türkiye’de yerli üretime daha çok ağırlık verdik.
Sosyal sorumlulukları önemsiyor
Sosyal sorumluluklardan hiç kaçmadım. Sektörel dernekler kurarak, sivil toplum kuruluşlarında rol aldım. İklimlendirme Sektör Meclisi ve İSİB’ in kurulmasında aktif rol oynadım ve üst düzey görevler aldım. Fakat hiçbir dernek ya da örgütü kendimin veya şirketimin menfaati için kullanmadım, siyasileştirmedim. Ülkem için, ailem için, yarınlarımız için, gençler için her zaman yenilik arayışlarında oldum.
Kalite ve Müşteri memnuniyetine öncelik veriyor
AFS, bugün ulusal ve uluslararası platformda aldığı ödüllerle ülkemizde ekonominin öncü güçlerinden biri haline gelmiş olup küresel pazarda sürekli çıtayı yükseltiyor. AFS, Turkey Discover The Potential markasını, her zaman en iyi şekilde temsil etmek için gayret gösteriyor. Dünyanın farklı noktalarındaki farklı havalandırma sistem ve ihtiyaçlarını çok iyi bilen, müşteriyi daima doğru ve kaliteli ürünle buluşturan, kurduğu lojistik ağ ile her şeyi tam zamanında gerçekleştiren genç ve dinamik bir ekibe sahip olan AFS, kaliteyi ve hızı bir paydada birleştirerek mutlak çözüm üretmeyi kendisine ilke edinmiştir.
Türkiye’de ve dünyada kalitenin ve güvenin simgesi olan AFS, doğruluğu ve dürüstlüğü ticaret yaşamında olmazsa olmazı olarak benimsemiş, kurum kültürünü bu temeller üzerine kurmuştur.
AFS, gerçekleştirdiği büyük ölçekli Ar-Ge yatırımları kapsamında sekiz farklı kategoride geliştirdiği rekabetçi ürünleri ile iç ortam konfor şartlarının artırılması ve enerji tüketiminin azaltılması yönünde müşteri memnuniyeti çalışmalarına devam ediyor.
Gençlere tavsiyeleriniz nedir?
Kariyer edinmek konusunda gençlere tavsiyelerde bulunan Poyraz, “Kariyerden ziyade doğru zamanda doğru yerde olmaya inanıyorum. Karşınıza bir fırsat çıkar ve size vesile olur. Bu konuda gençlere en önemli tavsiyem: Geniş bir çevre ve özellikle de iş çevresi edinmeleri ve mümkün oldukça kendilerinden daha iyi, daha olgun insanlarla zaman geçirmeleridir. Özellikle hangi sektörde yol alacaksanız, o sektör içerisinden en iyi isimlerle bir arada olmak için çabalamak gerekiyor. STK’lar ve meslek örgütleri bu anlamda doğru iletişim kanalları olabilir. Ben 30 yaşındayken mesleki dernek kurdum. Hiçbir zaman siyasi bir çevreye girmedim fakat mesleki örgütlerde daima rol aldım ve hala aktifim. Gençler böyle yaparak hem kendi çevrelerini genişletebilir hem de iş yaşamlarındaki gelişmeleri daha olumlu tecrübelerle yönetebilirler.
İş yaşamındaki başarı basamaklarını irdelemek gerekirse; doğru iş, doğru hammadde, doğru müşteri sizi siz yapar. Daima iyi tedarikçi, iyi hammadde ve iyi eleman ile çalışılmalı. Kötü malzeme ve işçilik, kötü ürün doğurur. Bildiğiniz işi yapmalı ve profesyonel olmalısınız. Birkaç işi aynı anda yapmak istediğiniz takdirde mutlaka bir şeylerden ödün veriyorsunuz, odağınız kayıyor. Ben çalışma prensibi olarak, çok ciddi ve disiplinliyimdir. İşimi severek yaparım. Her gün sabah erkenden fabrikaya gelir, pazar günleri de dahil olmak üzere çalışırım. Ailem ile kaliteli zaman geçirmeye özen gösteririm. İşim ile evimi hiçbir zaman birbirine karıştırmadım. Eve iş taşımadım. İşimi severek yapıyorum ve geliştirmek, daha iyisini sunabilmek adına yapabileceklerimi araştırıyorum. Teknolojiyi yakından takip ediyorum. Bilinçli tüketiciyi memnun etmenin koşulları değişiyor. Tüm çabam bu değişimin bir parçası olabilmek. Çünkü bir şeyi aynı şekilde yapıp farklı netice beklemek mümkün değil. Bu yüzden sürekli arayış içindeyiz. Özellikle personel alımlarında el becerilerini ve kişisel yetkinlikleri önemsiyorum. Örneğin; bazen iş görüşmesinde karşımdakine ampul değiştirip değiştiremeyeceğini dahi sormuşumdur. Türkiye’de insanlar iş hayatında çok duygusal davranışlar sergiliyor. Artık gerçek yetkinliklerle, becerilerle meydanda olmalı, sayısal hedefler ve verilerle konuşabilmeliyiz. Çünkü ölçemediğimiz hiçbir şeyin gelişiminden söz edemeyiz. Fakat kopyacı olmamak, özgün üretmek gerek. Size sürekliliği veren de bu nüanstır. Aksi takdirde kopyalamak markanıza tasdikname aldırır. Biz AFS olarak, devletten Ar-Ge desteği almadan kendi kalite kontrol laboratuvarımızı 20 sene önce kurduk. Bugün dünyanın saygın laboratuvarlarında gerçekleştirilen testleri burada kendi bünyemizde gerçekleştirebiliyoruz.
Kalitede, hizmette, müşteri memnuniyetinde ve markalaşmada küresel rekabet edebilir düzeye erişilmesi gerektiğini düşünüyor
Yarınlara ilişkin düşünce ve planlarını anlatan Poyraz, hedeflerini şu şekilde açıklıyor: Ülkemiz ekonomisine katkı sağlayabilmek adına iki konu önceliğimiz. İlki ihracat diğeri ise istihdam. Bugün 81 ülkeye gerçekleştirdiğimiz ihracat ile dünyanın her bir köşesine ulaştırdığımız ürünlerimizin yanı sıra, yeni pazarlar araştırıp yeni fırsatlar elde ederek ihracat hacmimizi aralıksız olarak geliştirmeyi hedefliyoruz.
Türkiye’ye güveniyor ve yatırımlarımızı ülkemizde gerçekleştirmeye devam ediyoruz. Şirketler bizim için milli değerlerdir. Patronun dahi elini kolunu sallayarak girip çıkacağı alanlar değildir. Avrupa’da markalar 500 yıllık geçmişiyle övünürken Türkiye’de 100 yılını tamamlamış marka sayısı bir elin beş parmağını geçmiyor. Milli değer olarak nitelendirdiğimiz şirketlerimizin hem çalışanlar hem de işveren tarafından geliştirilmesi ve korunması çok önemli. Yabancı ortaklıklar altyapılarımız hazır olduğu takdirde tavsiyemdir. Ancak muhasebe sistemleri açısından firmalarımızın hazır olduğunu düşünmüyorum.
Dünyada büyük bir değişim var. Özellikle pandemi sürecinde bunu daha iyi anladık. Rekabetçiliğe hazırlanmalıyız. Karşımızda sadece ürün veya fiyatta rekabetçilik yok. Kalitede, hizmette, müşteri memnuniyetinde ve markalaşmada küresel olarak rekabet edebilir düzeye erişmeliyiz. Müşteri sadece fiyat avantajı dolayısıyla mal alırsa uzun soluklu ilişkiler söz konusu olmaz. Asıl olan kaliteli, yenilikçi işler yapmak, mal ve hizmet sonrası müşteri memnuniyetini sağlamaktır.
Yunus Emre bir şiirinde inovasyonu ne güzel ifade etmiş; “Her dem yeniden doğarız/Bizden kim usanası” der. Gerçekten de aradan geçen onca zamana rağmen Yunus Emre şiirleriyle, şiirlerinde verdiği mesajlarla sürekli hatırlanmaktadır. Dolayısıyla her dem taze kalıyor ve unutulmuyor. Bizim de böyle yıllara meydan okumuş, dünyaya mal olmuş markalara, yenilikçi işlere ihtiyacımız var.
Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş,
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Mevlana, daha o yıllarda bile bu dizelerle değişimin önemini ne güzel vurgulamış. Dün, elbet kıymetli. Ama sadece dün ile övünmek, yarınımızı daha iyi noktalara taşımak için bir engel teşkil etmemeli; dünden ders alarak her yeni gün, yenilikler düşünmeli; planlamalı ve yeni adımlar atmalıyız. En azından gayret etmeliyiz.
Bir işveren olarak özellikle genç girişimci arkadaşlarıma tavsiyem kurumsal olmaları, Ar-Ge’ye, yeniliklere ağırlık vermeleri ve ihracat yapmalarıdır. Yani kurumsallaşma sürecini tamamlamış, Ar-Ge destekli, son teknolojiyle donanmış, verimli enerji ile çalışan sürdürülebilir küresel rekabetçi ürünler üreten ve en az %70 ihracat yapan firma olmak hedefiniz olsun. Tüm bunları gerçekleştirirken en önemli kriter ise zamandır. Çünkü bütün dünyada herkese eşit olarak verilmiş tek şey zaman. Zamanı kim doğru kullanırsa o kazanır. Varlığımızla da çok kibirlenmemek gerek. Tevazu, İslam ahlakının gereklerindendir. Bize kusursuzluk atfedilmediğinin şuuruyla alçakgönüllü bir iş ahlakı ve etiğiyle çalışmalıyız. Hz. Yusuf’un yaşadığı hepimize ders olacak niteliktedir. Hz. Yusuf köle pazarına götürüldüğünde yüzünün güzelliğine aldanıp iyi paraya satılacağını umarken hiç alıcısı çıkmamış, çok ucuza satılmış. Başka bir derste, Kral ona yüksek bir mevki iş verecekken o, ben bu işi daha iyi yaparım diyerek yapabileceği işe talip olmuştur. Yine farklı bir örnek de İstanbul’un benzersiz yapılarından Kapalıçarşı’dır. Bugün yaptığımız 100-200 bin metrekarelik yapılar ile övünürken, Kapalıçarşı 1460 yılında 500.000 metrekare olarak inşa edilmiştir. Ecdadı unutmamalı ve bu ecdadın torunları olarak benzersiz işler gerçekleştirmek için çabalamalıyız. Kendimizle övünmek yerine yaptığımız işin niteliğiyle övünmeli, ona güvenmeliyiz. İnsanoğlu gelir ve gider fakat prensipler ve bıraktıkları eserler kalıcı olur.
Peki, bunu nasıl başaracağız? Büyük küçük tüm firmalar Ar-Ge’ye yatırım yapacak ve zaman ayıracak. Nasıl ki hasta olduğumuzda doktorun en iyisini, hukuki süreçlerimizde avukatın en iyisini arıyorsak, biz de en iyi hizmet veren, en kaliteli malı üreten ve elinde bulunduran firmalar olmalıyız. Keskin bıçak olmak için, çok çekiç yemek gerek. Biz de bu emeği ve çabayı sarf etmeliyiz. Birikim yapabilmeliyiz. Verimli günlerin kazancının bir kısmını zor günlerde kullanmak üzere saklamalıyız. İsraf yapmamalıyız. Şunu da ifade etmeliyim ki; kredi ile iş yapmak çok risklidir. Yine bir örnek üzerinden gidecek olursak; Hz. Yusuf “Yedi sene bolluk olacak; bollukta har vurup harman savurmayacağız, tasarruf edeceğiz, biriktireceğiz. Sonraki yıllarda gelecek olan kıtlığa hazır olacağız” diyor. Önce birikim yapmak gerek. İnsanlar birikimsiz borca giriyor, israf almış başını gidiyor. Bugün elde bulunan gelirler sonsuza dek sürecek zannediliyor.” Elimizdekilerin kıymetini bilmeliyiz.
Kendine ve geleceğe yatırım yapmanın önemine inanıyor
Poyraz, son olarak ‘Başarı için iyi bir eğitim şart mı?’ sorusuna şu sözlerle açıklık getiriyor: “Efsane boksör Muhammed Ali diyor ki; “Şampiyonlar salonlardan çıkmaz. Şampiyonlar içlerinde tutku, hayal ve amaçları olan insanlardan çıkar.” Asıl başarı; hayal edip onu gerçekleştirmek için tutkuyla, azimle çalışanlarındır. Einstein’da “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıyken, hayal gücü tüm dünyayı kapsar” demiş.
Ben okurken iş hayatının içindeydim ve çokta mutluydum. Samimi olmak gerekirse; üniversiteye gitme sebebim: askerlik yaparken üniversite mezunu olarak askerlik yapmak ve kız istemede üniversite mezunu olarak karşılarına çıkmaktı. Madem bunu yapacaktım; öyleyse severek okuyabileceğim dil bölümünü seçtim. Şimdi ise okul okumanın tek amacı diploma almak oldu. Yani sadece diploma sahibi olmak için istenmeyen okullara gidiliyor, bu sadece bir zaman kaybı. Kültür olarak diploma önemli ama sadece diploma meslek kazandırmıyor.
Tıp doktorluğu, hemşirelik, astsubaylık vb. alanlar pratik tecrübe ile yetişiyor. Teori ve pratik bu eğitimlerde bir arada veriliyor. Bu anlamda özellikle “Ara eleman” ihtiyacımızı karşılayan mesleki ve teknik liselere sahip çıkmalıyız. Ben onlara ara değil, aslında “Ana eleman” diyorum. Öğrencileri ve ailelerini teşvik etmeliyiz. Bugün gençlerin %80’i işsiz fakat anket sonuçlarına göre mutlular da. Herkes ünlü olmak istiyor. Çobanı türkücü, genci YouTuber olmak peşinde. İnsanlar milyonda bir olacak bir hedefe ulaşmaya çalışıyor. Bunun yerine kendine ve geleceğine yatırım yapmalı. Gençler üniversiteye girdiği gün iş hayatına da girmiş gibi davranmalı. Okul bittiğinde rahatlayacağını düşünerek hareket etmek çok büyük bir yanılgı. Çevreyi gözlemlediğinde insan görüyor ki; gerçekler çok uzakta değil. Beşeri sermaye için durmadan çalışmak gerekli ve bir iş çevresi oluşturmak için etkinliklere katılmak çok önemli. Amerika’da 12 yaşında çocuk mutfağa giriyor. ‘Neden?’ diye sorduğumda, ‘yatılı okula gittiğinde kendine bakabilmesi gerek’ diyorlar. Olgunlaşmanın, kendine güvenmenin, başarabilmenin ön şartı deneyim, özgüven ve tecrübedir.