Ar-Ge Destekleri Özel Sektörü Bekliyor
Son yıllarda çok yoğun gündeme gelen ar-ge ve inovasyon yatırımlarında Türkiye büyük bir sıçrama yaşadı. Hem kamu, hem de özel sektör bu alanda yatırımlarını artırdı. Pek çok iyileştirmeyi potansiyel olarak yapma fırsatı olmasına rağmen şirketlerin bu alana dikkatlerini yo
İnovasyon ve ar-ge iş dünyasında geleceğin başarılıları ile kaybedenlerini belirleyici kavramları. Ayrım bu kadar basit ve gerçek. İnovasyon, geleceği oluşturacak şartları öngörerek buna uygun organizasyon, ürün ve dolayısıyla sürdürülebilir karlılık için yenilik yapmayı içeriyor. Buluş ise henüz anlaşılamamış ya da fark edilememiş bir materyallerin ve sistemlerin anlaşılabilir ve göz önüne alınabilir hale getirilmesi olarak tanımlanıyor. Bu çerçevedeki üçüncü kavram yaratıcılık ise hayal edebilme, herkesten farklı yollarla yapabilme ve yeni fikirler geliştirebilmeyi içeriyor. Bu üç süreci yönlendiren ise bilim insanlarının ve teknisyenlerin araştırma ve geliştirmeye yönelik her türlü emeğini, çalışmasını, girişimini içeriyor.
Dünya Bankası’nın Türkiye ile benzer ülkeler arasında KOBİ’lerin büyüme hızlarına ilişkin yaptığı bir analizde, Türkiye’deki kayıtdışılık nedeniyle finansmana erişimde sorun yaşadıkları, başta üretim ve kapasite artırmak olmak üzere ar-ge ve inovasyon yatırımlarını yapamamaları nedeniyle çok daha yavaş hızlarda büyüdükleri ortaya konuldu.
Ar-Ge yatırımlarının inovasyon süreçlerini hızlandırdığı, bir ar-ge projesi yürütülürken birden fazla alanda ya da sayıda inovsyonla sonuçlanabilecek katkılar sağlandığı biliniyor.
Ar-ge ya da inovasyona ilişkin olarak çok sayıda örnek vermek mümkün. Hatta son yıllarda Apple şirketinin dünyanın en büyük şirketi olmasını sağlayan ürünlerin tamamının inovasyonla elde edilmesi, şirketin tek başına “buluş yapmamış” olması bir ölçüde şaşkınlıkla karşılansa da sonuç değişmiyor. Apple değer kaybetmesine rağmen hala dünyanın en büyük elektronik şirketi.
Türkiye ise kendine benzer ülkelerle kıyaslandığında dahi “yolun başında” bulunan ülkelerden biri. Vaşington Devlet Üniversitesi’nden Dr. Atakan Peker tarafından yazılan makalede, Türkiye’nin ar-ge, inovasyon süreçleri çeşitli kriterlerle ele alındı. Bu araştırmaya göre, Türkiye’de ürün korumak için (inovasyon ve ar-ge ile elde edilmiş ürünler) alınan her 100 yabancı kökenli patente karşılık, Türk şirket ya da bilim insanları-kuruluşları tarafından ABD’de alınan patentler sadece 3 adet.
Türkiye’deki toplam patent başvurularının 1/6’sı yerli patentlerden oluşurken, geri kalanı yabancı ürünleri korumak üzere Türkiye’de yapılan başvurular. Bilimsel çalışmaların kalitesine ya da sonuca dönüşmesine ilişkin çarpıcı bir veri de bu yayında yer alıyor. Ülkelerin bilimsel yayın sayısına kaç patent başvurusu gerçekleştiği ölçülüyor. 2008 verilerine göre bu oran İsrail’de 506, Çin’de 37, Japonya’da 1263 (patent sayısı bilimsel yayın sayısından fazla) Kore’de 799 düzeyinde. Türkiye’de ise her 1000 bilimsel yayına karşılık 5 patent düşüyor.
Dr. Peker, bu durumu, “Bilimsel üretimde ve ar-ge harcamasında hızlı artışa rağmen Türkiye’nin teknoloji üretimi çok zayıf. Türkiye bilim üretimini teknoloji üretimine çeviremiyor” sözleriyle yorumluyor. Çözüm yolu önerisi ise “Başkasının yaptığını değil, yapmadığını yap. Türkiye bilimden teknolojiye geçişte dünyadaki açıkları bulup istifade etmeli. Atakan’a göre değişik bilgi ve beceride kalifi ye insan gücü, esnek ve statüko dışı yeni kurumlar ve dengeli dağıtılmış fi nans kaynaklar” başlıklarında toplanıyor.
Ar-Ge ve İnovasyonun “Kutsal Bilgi” Olması Gerekmiyor
Bilimsel araştırmalar ile ürüne dönüşme süreçlerine ilişkin bilim insanlarının rolü çok uzun süredir tartışma konusu. Para ve bilim eksenli bu tartışma girişimcilerin bilim insanlarıyla, bilim insanlarının da girişimcilerle arasında görünmez bariyer kuruyor. Oysa son yılların en büyük teknolojik atılımlarının temelleri 1970’lerde bilim insanlarınca laboratuarlarda üretilmiş bilginin yaratıcı ve bazıları üniversite eğitimi almamış girişimciler sayesinde olağanüstü boyutlarda üstünlük sağladı. Çok yüksek frekanslı radyo dalgalarının sayısal olarak iletilmesi cep telefonları ve dijital yayınları, sıvı kristallerin ışık ve elektronlarla davranışları düz ekran televizyonları ve dokunmatik taşınabilir telefon ve tabletlerin üretilmesiyle sonuçlandı.
Aslında ürüne dönüşebilecek bir çok bilgi, gerek üniversite-iş dünyası arasında yeterli iletişimin olmaması gerekse bu yönde bir zihniyetin bulunmaması, gerekse iletişim kurmaktaki isteksizlik nedeniyle laboratuvarlarda sıkışıp kalıyor.
Her zaman “çok üst düzey bilgi” olmasa da iş dünyasının yararlanabileceği bir çok süreç bulunuyor. Mesela, bir Türk kardiyolojik tıbbi cihaz üreticisi, piyasadaki rakiplerinin çoğunun ambalajlarının çok zor açıldığını fark ediyor. Doktorlardan da aldığı yardımla yaptığı iyileştirmeyle ürüne zarar vermeden tek hamleyle açılabilen ambalaj geliştiriyor. Ambalaj önemli çünkü steril olarak cihazı muhafaza etmek ve mümkün olan en uzun süre raf ömrünü korumak zorunda. Ürün doktorlar tarafından çok beğeniliyor çünkü kalp krizi sırasında (çünkü ürün çoğu zaman bu koşullar altında kullanılıyor) bir doktorun en son isteyeceği şey ambalajla boğuşmak!.. Şirket, mevcut ürünüyle rekabet gücüne bir artı puan ekleme şansı buldu.
Ar-Ge’ye Yönelik Yatırım Artıyor
Türkiye son yıllarda ar-ge çalışmalarını hızlandırdı. Bu alandaki kamu yatırım ve ödeneklerinin artırılmasına, son dönemde ar-ge ve inovasyona yönelik özel sektör vergi indirimi yanında nakit destekler de sağlanmaya başlandı. Örneğin 2012 bütçesinde doğrudan 1,5 milyar TL’lik ödenek bu türden harcamalara ayrıldı. Özel sektör dahil Türkiye’nin toplam ar-ge harcamaları GSYH’nin yüzde 0,86’sına kadar yükseldi. TÜİK verilerine göre 2011 sonu itibariyle harcama miktarı 11.1 milyar TL’ye yükseldi.
Ancak tek başına kamu yatırımlarının bir çözüm olmayacağı ortada. Çünkü bu harcamaların büyük kısmı doğrudan bütçede bu yönde ayrılan kaynaklarla ve çoğu zaman bilinen üniversite sanayi kopukluğu nedeniyle ürüne ve teknolojiye dönüşemeyen üniversite harcamalarıyla oluşuyor. Yine TÜİK verilerine göre 2011’deki 11.1 milyar TL’lik yatırımın yüzde 45,5’i üniversitelerde, yüzde 11,3’ü ise kamu kurumlarında kullanıldı. Kamunun toplam 55.8 ağırlığı karşısında özel sektörün yüzde 44.2’lik ağırlığının büyük kısmı ise savunma sanayii sektörü tarafından gerçekleştirildi.
Kalkınma Bakanlığı’nın hazırlıkları süren 10. Kalkınma planında ise hedefl eri farklı boyutlarda ifade edildi. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, basında yer alan söyleşilerinde bu alanda kamu yaklaşımını şu şekilde özetledi:
“AR-GE harcamalarında kritik başarı faktörü özel sektörün payıdır. Dünyada, toplam AR-GE’de kritik eşik yüzde 1 (GSYH’ye oran) olarak kabul edilir. Bunu aştığınız zaman, farklı bir platoya geçmiş oluyorsunuz. Türkiye buraya yaklaştı. 10 yıl önce yüzde 0,53’ü seviyesindeydi, şu anda 0,86’ya kadar yükseldik, 1’e yaklaştık. Ancak bu toplam AR-GE harcaması yetmiyor. Özel sektör payı da çok önemli. Kamu çok fazla yatırım yapsa da o yeterince katma değere dönüşmüyor. Gerçek anlamda bilginin katma değere dönüşümü özel sektörün müdahil olmasıyla mümkün. Orada da esas kriter Avrupa’nın öngördüğü 2/3’tür. Toplam harcamaların içinde özel sektörün payı 2/3 olduğu zaman çok daha verimli bir AR-GE yapısı olur. Türkiye’de 10 yıl önce yüzde 20 dolayındaymış, 1/5 düzeyindeymiş. Araştırmacı sayısı da benzer oranda. Son geldiğimiz noktada aslında iyi bir gelişme oldu. Harcamalarda özel sektör payı yüzde 40’ı aştı, araştırma sayıları ise yüzde 50’ye yaklaştı. Ama hala 2/3’e bir mesafemiz var.
Üniversiteye Yeni Yaklaşım
Genel Kamu destekleri yanında son dönemde yapısal olarak ar-ge ve inovasyon süreçlerine yönelik olarak bir dizi hamle de gündeme geldi. Bunlar arasında en önemli olanlardan biri üniversitelerin kurumsal olarak patent sahibi olabilmesine imkan sağlayan yeni kanun taslağı. Bu yaklaşımla, üniversitelerin gelirlerini de büyük oranda artıracak olan ürüne dönüşebilir patentler sağlamak üzere araştırmalarını yönlendirmek. Ancak halen taslak aşamasında bulunan düzenlemeyle ilgili bilim çevrelerinde tartışma yoğunlaşıyor.
Bu alanda atılan önemli bir adım ise mevcut bilgilerin yeniden ele alınarak ürün ya da patente dönüşebilecek olanların dikkate sunulmasını sağlamayı amaçlayan Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın projesi olan SANTEZ oldu. “SANAYİ TEZLERİ PROGRAMI SAN-TEZ” ile kurumsal olarak üniversitelerde yürütülen bilimsel faaliyetler sonrası oluşan tezlerin özel sektör tarafından ticarileştirilmesine imkan sağlanması hedefleniyor.Buaraştırmalaradayalı olarak ticari bir faaliyetin yürütülmesi için mali destek veriliyor. Bu yönde sonuca ulaşabilecek tez çalışmalarını yürütecek bilim insanlarına mali destek sağlanması da program kapsamında yapılıyor.
Ar-Ge ve İnovasyona Yönelik Kamu Yardımları
Türkiye, kamu kaynaklarının özel sektöre kullandırılarak ar-ge ve inovasyon çalışmalarını desteklemekte son 15 yılda adım atmaya başladı. Bunlardan ilki 2001 yılında çıkarılan ve üniversiteler ile sanayinin birlikte çalışmasını amaçlayan Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanun olarak gündeme geldi. Bugün bazılarında gerçek anlamda ar-ge ve inovasyon süreçleri işletilen ve hemen hemen tamamı üniversitelerin bünyesinde kurulan “Teknokent”ler bu kanun kapsamında bulunuyor.
İkinci ve daha önemli adım ise 2004 yılında şirketlerin ar-ge harcamalarına yönelik olarak vergi indirimi kararı oldu. Bu teşvikler daha sonra 2008 yılında çıkarılan Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun oldu. Bu kanunla belirli şartları taşıyan ar-ge harcamalarının yüzde 100 oranında gider yazılabilmesine olanak sağlandı.
Haberin Kaynağı : PLASFED DERGİSİ
14.01.2014