Dr. İlhami Fındıkçı
Bir Boşanma Hikâyesi
“Eşimle ayrılmamızda birçok faktör rol oynadı. Sanırım bunlardan en önemlisi maddi varlığımızı ve ilişkimizi yönetememek oldu. Üniversite yıllarında tanışmıştık. Güzel bir arkadaşlığımız oldu. Biraz gösteriş merakı vardı. Üniversiteden sonra ailelerimiz tanıştı, kaynaştı. Sonra evlendik. Başta her şey güzeldi. Belki de öyle zannediyordum! Zamanla ilişkimiz gerildi, oğlumuz olduktan sonra birlikte yaşama isteğimiz iyice daraldı.
Yetişme tarzlarımız farklıydı. Bu aile içi yaşama ve çocuğumuzu yetiştirmemize yansıdı. Maalesef zamanla, birimizin ak dediğine diğeri kara demek zorundaymış gibi problemli bir noktaya geldik. Eşim üniversite mezunu, meslek sahibi. Çocuktan sonra çalışmak istemedi ve evin dışındaki dünya ile ilgilendi. Bir meşgalesi olsun istedim ama olmadı.
İlgili bir anne olmadı, olamadı. Küçük yaşlarından itibaren çocuğumuz ya televizyon ya da cep telefonu ekranının karşısındaydı. Öyle ki; çocuk ekran karşısında besleniyor, ekran açıkken uykuya dalıyor, uykuya direniyor, sanal dünyadan gerçek dünyaya geçmekte zorlanıyor, istediği olmadığında da kriz geçiriyordu.
Eşim giyinmeyi, süslenmeyi, gezmeyi çok seviyordu. Arkadaş grupları ile sürekli sosyal etkinliklere katılıyordu. Çocuğumuz annesinden çok bakıcısını görüyor ve onunla vakit geçiriyordu. Defalarca konuştuk ama düzelme olmadı.
Oğlumuz altı yaşına geldiğinde gitmediğimiz psikolog ve pedagog kalmamıştı. Ve hepsinin söylediği benzerdi: ‘Çocuğa daha fazla zaman ayırın. Ortak paylaşımlarınız çoğalsın.’ Eşim sadece birine itibar etti: Bir psikolog hanımın, ‘Kendi hayatın daha önemli, önce kendini iyi tutman ve istediklerini yapman lazım!’ sözünü yıllarca tekrar edip durdu.
Evin Kraliçesi
Kuşkusuz benim de kusurlarım oldu. Çok yoğun bir iş insanıyım. Eve geç geldiğim oluyordu ama olabildiğince oğlumla ilgilendim. Annesine çok düşkündü. Çünkü annesi bütün istediklerini veriyordu. Kural ve sınır koymaya çalışsam da fayda etmedi.
Eşim, ihtiyaç olsun olmasın para harcadıkça mutlu oluyor, iyi hissediyordu. Arkadaşlarına kendini gösterme ve kanıtlama çabası hayatının merkezindeydi. Arkadaşları için günler öncesinden hazırlanır, her şeyi ayrıntısına kadar düşünürdü. Ama ailesi için bu hassasiyeti yoktu. Bu değirmenin suyu nereden ve hangi emekle geliyor düşüncesinden uzakta olduğundan, limitsiz kredi kartı isteğiyle ilgili kavgalarımız olmuştur. Evin kraliçesiydi ama kendi programı, gündemi, arkadaşları, uğraşları içinde kaybolmuştu. Bu yoğun gündeminde bana ve oğlumuza yer yoktu.
İletişim sorunlarımız ve kavgalarımız giderek artarken en önemli fikir ayrılıklarımızı ve çatışmalarımızı oğlumuzda yaşadık. Çocuk hudutsuz, kuralsız ve disiplinsiz yetişti. Okula başladığında ilk dönem uyum sağlayamadı. Öğretmenin sadece kendisiyle ilgilenmesini istiyordu. Ekran dışında bir oyuncak istemiyor, arkadaş edinmiyordu. Bir sanat ya da sporla uğraşsın istedik ama rahatlığa alışmıştı, sadece tüketmek istiyordu. Kendisini yoracak, düşündürecek, çaba gerektiren her şeyi reddediyordu.
Bardağı taşıran son nokta ise eşimin konuları sürekli karıştırması ve neredeyse her gün ya kavgalı ya da küs olmamızdı. Diyelim ki çocukla ilgili bir konuda tartıştık. Bunun için küsüyor ve bu durumu diğer bütün yaşam alanlarımıza taşıyordu. Günlerce küs kaldığımız oluyordu.
Zevkine Düşkün Kişilikler
Sonunda bir celsede boşandık. Çocuğun velayeti annede kaldı. Maddi talepleri dava sürecinde de devam etti. Ne istiyorsa vermeye çalıştım. Şimdi ben yalnız kaldım ve oğlanı iki haftada bir görmek bana yetmiyor. Bazı akşamlar ağlıyorum, bunları hak etmediğimi düşünüyorum. Eşim de mutsuz biliyorum. Çünkü alıştığı evi, harcaması, gösterişi yok. Arkadaş buluşmaları da azaldı. Hayatı boyunca hizmet ettiği gösterişi ve itibarı gidince gerçeklerle yüzleşti ama ne yazık ki artık geç…”
Yıllar öncesinden bir danışanımızın ders niteliğindeki bu hikâyesinden çok etkilenmiştim. Yazık ki bu hikâyeler günümüzde çoğaldı ve maalesef sıradanlaştı.
Hayat geriye doğru akmıyor. Olanlar oluyor ve onları geriye döndürmek de mümkün değil. Çocuklar bizim ama bizlerin aracılığıyla doğan çocukların kendilerine has bedenleri, ruhları ve hayalleri var. Onları yanlış, eksik ve yetersiz davranışlarımızla eksik bırakmaya hakkımız yok.
Bedenin ve dürtülerin emrine girmekten ruhlarına yabancılaşan ve kalbinin sesine hasret kalan eşler, sorumluluklarından da uzaklaşabiliyor. Eşler, aile olmanın gerektirdiği vazgeçme davranışında zorlanıyor. Oysaki insan dürtülerinin isteklerine dur diyebildiği, vazgeçebildiği, idare edebildiği ve irade gösterebildiği oranda sosyalleşir, mutlu olur. Aksi hâlde gösteriş tutkusu insanı yalnızlaştırır.
Bugün başkalarının arzu ettiği biçim ve davranışları sergilemekten kendimiz olmaya, bizim olana kıymet vermeye zaman bulamıyoruz. Unutmayalım ki maddi varlığın öne çıktığı, her şeyin zaten el altında olduğu, kuralların olmadığı, aile kültürünün yaşanmadığı rahat ve gevşek bir aile ortamı; zevkine düşkün zayıf kişiliklere yol açar.