Dr. İlhami Pektaş
Yerli ve Milli Üretime Adanmış Ömürler -31
Yüzünün Kirini Alnının Akı Sayan İğrek Makine'nin Başarı Hikayesi - Orhan İğrek
Her şeylerini Bulgaristan’ın Vidin şehrinde bırakarak İstanbul’a göç eden İğrek ailesi, önce Silivri civarına yerleşir. Büyüyünce kundura tamircisi olarak hayata atılan Dikici Yaşar usta burada Dünya’ya gelir. Yaşar İğrek henüz çocuk yaşlarındayken aile ikinci bir göç ile Bursa’ya hareket eder ve şu anki İvazpaşa Semti’ne yerleşir. Her şeyini geride bırakarak önce İstanbul’a oradan da Bursa’ya gelmiş olan aile sıkıntılar içinde bir yaşam mücadelesine başlar. Bir evin iki erkek kardeşi olduğu için küçüğün askere gitme zorunluluğu olmamasına rağmen Yaşar İğrek yaşamının neredeyse 20 yılını cephelerde geçirir. Arada bir evine gelse de yeni bir savaş çıkınca yine cepheye koşar ve ancak 40 yaşında Bursa’ya terhis belgesini alarak geri döner.
Bursa’da kundura dikiciliği yapmaya başlayan Yaşar İğrek’in Ali Osman adında bir oğlu olur. Ali Osman ilkokul yılları sırasında kundura işinde çalışarak ve bunun yanında çeşitli başka işler de yaparak babasına yardım eder. İlkokulu bitirdikten sonra Faytoncular Hanı’nda bir dökümcü ustasının yanına çırak olarak işe girer. Döküm işini çalıştığı ustalardan öğrenmiş ilk Türk nesil sarı döküm ustalarındandır. Ustasının yanında bir süre çalışan Ali Osman İğrek, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte genç yaşta askere çağrılır. Çanakkale civarında çok zor şartlarda ve yokluklar içinde tam dört yıl askerlik yapar. Askerden döndüğünde yine ustasının yanında çalışmaya başlar ve 1946 yılına kadar birlikte çalışırlar. 1946 yılında ustasının yardımıyla Eski İpek Hanı’nda kendi dükkânını açar. Sarı döküm ustası olarak çalışmaya başlayan Ali Osman İğrek, bronz malzemeden evler için musluklar, ütüler, çaydanlıklar, kapı kolları döker. Zaman ilerledikçe ve sanayi geliştikçe o dönemin makinecileri için torna, freze, tekstil makinaları parçaları ve buhar vanaları da döker. 1951’de Orhan İğrek Dünya’ya gelir.
İlk dükkânındaki on yılını tamamlayan ve dökümcülük işlerinin arttığı bu dönemde Ali Osman İğrek o dönem ülkenin önemli ihtiyacı olan “Marangoz Makinaları” üretimine başlar. Dökümlerini kendi dökmeye devam ederek, talaşlı imalat ve montajını da kendi atölyesinde yapar. Bursa’yı, ilk freze tezgahı ve kayışlı sistemden şanzımanlı sisteme geçen ilk torna ile tanıştırır. Bir süre sonra atölye yetersiz kalınca Santral Garaj bölgesinde yeni bir yer alarak inşaata başlar. 200 metrekarelik alanda başlayan ilk üretim zaman içinde gelişerek 550 metrekareye ulaşır. Santral Garaj da ki işyerinde çalışırken bir yandan da firmanın şimdi bulunduğu Organize Sanayi Bölgesi’ndeki yerini alır ve 1973 yılında temelini atar. 1976 yılında Organize Sanayi Bölgesi’ndeki yerlerine taşınır. Bu dönemde İğrek Makina anonim şirket olur. 1980’lere gelirken çalışan sayısı 40’ı geçer ve ayda 30 makine üretim kapasitesine erişilir. İğrek Makina firması ülke çapında artan düşük kaliteli ürünler ile rekabet zorluğu nedeniyle prestij kaybı riskine girmeyerek marangoz makinesi üretiminden vazgeçer ve Orhan İğrek’in de teşvikiyle ana meslekleri olan dökümcülüğe yönelir.
Dr. İlhami Pektaş: Orhan Bey öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Orhan İğrek: 1951 Bursa doğumlu dökümcü çocuğuyum. 1970 Bursa Erkek Lisesi Fen Bölümünden Mezun oldum. 1974 yılında Almanya C. Zellerfeld Teknik Üniversitesi Metalurji bölümünü bitirdim. 1978’de Berlin Teknik Üniversitesinden Metalurji Yüksek Mühendisi olarak mezun oldum. Yüksek lisans diploma tezim, stratejik öneme sahip Leopard Tankı Namlu Çeliğinde kullanılan GS-40 NiCrMo 656 Islah Çeliğinin Mekanik Özelliklerinin artırılması konusundaydı. Üniversitede geçen tüm süreyi ve imkanları değerlendirdim. Çeliğin ergitilmesinden, ısıl işlemine kadar ülkeme götürebileceğim her bilgiyi öğrenmeye çalıştım. Diplomayı aldığım aynı gün de ülkeme geri döndüm. 44 yıldır aile şirketlerimizle ülkemizin emrindeyim. Firma olarak Metalurji, Otomotiv, Makina İmalatı, Rüzgar Enerji Tesisi, Dizel Motor üretimlerinde yer alıyoruz.
Dr. İlhami Pektaş: Firmanız hakkında bilgi alabilir miyiz? Kuruluşundan bugüne kadar firmanızın geçirdiği evreler ve bugün gelinen nokta nedir?
Orhan İğrek: İğrek Makine, 76 yıllık sanayi geçmişi ile Makine, Metalurji, Enerji ve Otomotiv konularında ülkemizin 3 nesillik şirketlerinden birisidir. Resmi kuruluş yılı 1946’dır. Babamız Ali Osman İğrek, Bursa Ulucami karşısındaki Bakırcılar Çarşısında bronz ve diğer bakır alaşımlarının dökümhanesinde yetişmiş, Cumhuriyetimizin ilk döküm ustalarından. Son Osmanlı dökümcülerinden olan ustası Ali Efendi’ye, mesleğinden dolayı Atatürk, Tunçkıran soyadını vermiş. Özetle, İğrek Grubu Osmanlı’dan 2020’lere uzanan bir “sanayi tarihidir.”
Kurucumuz, Babamız Ali Osman İğrek, 1921 yılında dünyaya geldi. Kendini bildiğinde anladığı ilk şey; annesini doğumdan birkaç ay sonra kaybettiği ve çarık dikicisi Yaşar Usta’nın fakirlik rekortmeni oğlu olduğuydu. İmkansızlıklar içindeki yıllarda ilkokul dönüşlerindeki ilk işi, pide satmak ve babasının çarık diktiği sicimleri balmumuna sardırmak işiydi.
İlkokul sonrası doğru Ulucami karşısındaki Bakırcılar Çarşısı’nda “Sarı dökümcü” Ali Efendi’nin yanında çıraklığa başladı. Cumhuriyet ilan edilmiş. Üretim emeklemeye başlamış. Ali Efendi kozadan ipek ipliği üretilen fabrikaların İstim (Buhar) musluklarını döküyor, pirinç ve bronzdan. Ayrıca çaydanlık emzikleri ve mangal ayakları, sonrası adım adım tahıl değirmenlerinin bronz yataklarını döküyor. Yıllarca babamdan Bakırcılar Çarşısı’ndaki usta çırak ilişkisini; edebin, saygının, alın terinin, çalışmanın faziletini kısaca “Ahi Evran” ilkelerini ve uygulamalarını dinledik.
Sarı dökümcü Ali Osman’ın önüne kısa zamanda çıkan diğer bir fırsat “Bursa Mensucat Sanayi” siydi. O sanayinin pik döküme ihtiyacı vardı. Fayton tekerlek burcundan, değirmen yatağına, şahmerdan yatağına kadar pik döküm işlerini de yapmaya başladı.
1956-60’larda Bakırcılar Çarşısı’nı ben hatırlıyorum. O yıllarda Bakırcılar Çarşısı’nda dökümcülük çok önemliydi. Küçücük Bursa. Merkezde Yıldırım Beyazıt’ın inşa ettirdiği Ulucami, hemen etrafında üretim, ticaret, satışın olduğu hanlar, çarşılar bölgesiydi. Fayton üretimi, kaynakçılar, bıçakçılar, demirciler... Ve hepsinin tepesindeki şevkat, edep, yardım, otokontrol ruhu. Her yerde ahilik aroması vardı.
Çarşı Osmanlı hanından bozma; kalın kalın kemerler, kolonlar var. Bursa’nın lodosu meşhur. Fakat üretim yapılmalı. Her hafta 2 gün kupol ocağı çalışacak, fakat üst kattaki menfezden çıkan kupol kıvılcımları ne olacak? Cevap itfaiye müdüründen: “Siz üretmeye devam edin, biz bir itfaiye aracını üst aralıkta döküm bitene kadar hazır ederiz” derdi. Çünkü Üretim Cumhuriyetimizin kutsalıydı!
Bakırcılar çarşısı, kiralanan iki dükkana rağmen küçük gelmeye başlayınca çarşıdan 1 km aşağıda 200 metrekare arsa alındı. Atölye içine 550 mm çapında büyük kapasiteli kupol ocağı kuruldu. Yanındaki bölüm de Marangoz Makinaları Atölyesi oldu. Rus tornalar, Alman vargel, matkaplar, Macar malı divizörlü freze ki Bursa’da bir ilk olarak birer birer devreye girmeye başladı. Artık döküm değil “ürün” vardı ve zamanla ayda 30 makine üretme kapasitesine ulaşıldı.
Babam, 1940’lı yıllarda Bursa İpeği Dünyaca tanındığından, İpek ipliği üreten Bronz ve Pirinç Alaşımlardan Makine parçaları dökmeye devam etmiş. Daha sonra da Kupol Ocaklarında Pik Döküme başlamış. “Dökümcülük beni kendiliğinden makine imalatçısı yaptı” derdi. Özetle, 1940 yılların sonlarında marangoz makinaları imalatımız başladı ve 60’lı yıllarda ayda 30 makine üretim kapasitesine ulaştık. 60’lı yılların sonunda metal işleme makinalarına yönelmeye başladık. İlk üretimimiz 4 metre boy işleyen Vargel Makinası idi.
1972’de Türkiye’nin ilk Organize Sanayi Bölgesindeki 5.000 metrekare yeni fabrikamıza taşındık. Makine üretimi devam ederken, bir yandan da dökümhane teknolojimizi de geliştiriyor, yatırımlar yapıyorduk.
1982’de Almanya’daki üniversite asistanımdan bir telefon geldi. Fakülte taşınırken saatte 50 kg’lık döküm kapasitesine sahip yepyeni ABB İndüksiyon ocağını satıyoruz, çabuk gel” dedi. Tabi o gece uyku yok bana. Çok uygun bir bedelle satın aldığımız ocak birkaç hafta sonra fabrikamızda metal ergitmeye başladı. 1986’da Türkiye’nin ilk HW Sinto kalıp hattını getirdik. Saatte 50 kilo ergitme kapasitesine sahip indüksiyon ocağı ile başlayıp, ardından saatte 250 kilo, 500 kilo ve saatte 3 ton metal ergiten indüksiyon ocakları ile kapasitemizi yavaş yavaş artırarak yılda 30 bin ton metal ergiten bir kapasiteye ulaştık. Tek parçada 100 Kg’dan başlayarak 40 tona varan pik döküm, 30 tona varan sfero ve çelik döküm parçalar üretiyoruz. İlaveten müşteri talepleri doğrultusunda 2000 yılına kadar “Talaşlı Üretim” bölümümüzü takviye ederek “işlenmiş mamüle” ağırlık verdik. 2000’li yılların başı CNC Kontrollü makinelere yönelme zamanı gelmişti. İlk Yüksek hızlı frezemiz(HSC) 2004’te bitti.
İğrek Makine, 2011 yılında alınan bir kararla uzun yıllar hayali kurulan “CNC İşleme Tezgahı” üretimine başladı. 12x6 m. ebat işleyebilen 250 ton döküm kullanılan CNC frezelere ulaştık. Ürettiğimiz ilk CNC işleme makinesi, Türkiye’de bir ilk olarak 180 ton ağırlığında, 13 metre uzunluğunda tamamen döküm malzemeden üretilmiş köprülü tip CNC tezgâhı idi. İğrek Makine, içinde bulunduğumuz ve önümüzdeki dönemde büyük kapasiteli dik torna tezgâhları üretimine ağırlık verdi ve halen çalışmalarına devam ediyor. Şu an 40 bin metrekare kapalı, 10 bin metrekare açık olmak üzere toplam 50 bin metrekare alanda çalışmalarını sürdüren İğrek Makine, 125 çalışanı ile model, döküm, işleme ve montaj hizmetleri veren üç şirketten oluşuyor.
Bugün aynı yerde 50.000 metrekare kapalı alanda Makine, Otomotiv, Rüzgar Enerjisi konularında üretim yapan önemli bir firma haline geldi.
Dr. İlhami Pektaş: Siz Metalurji Mühendisi olmaya nasıl karar verdiniz?
Orhan İğrek: 1970-71 yılında iki yıl İTÜ Metalurji talebesi oldum ve 1972’de aynı dalda Almanya’ya dil imtihanını kazanmak şartıyla kaydımı aktarabildim. Hayalim gerçek olmuştu.
Amcam savaş sonrası 50’li yılların başında Almanya Hagen Üniversitesi’nden mezun makine mühendisidir. Lisedeki Almanca derslerimin yardımcısıydı. Babamdan sonraki idolümdü. 1930‘lu yıllarda başlayan dökümcülük sektöründe Türkiye’nin döküm tarihine katkımı koymaya devam etmeliydim. Bu amaçla Metalurji bölümünü seçtim ve severek okudum. 1978 Aralık ayında Berlin Teknik Üniversitesinden mezun olur olmaz, 2 gün sonra Bursa’daki fabrikamızda işimizin başındaydım.
Dr. İlhami Pektaş: Firmanızın kısa, orta ve uzun vadeli plan ve projeleri hakkında bilgi alabilir miyiz?
Orhan İğrek: 1990’lı yıllar otomotiv sac şekillendirme sektörü için kalıp üretimine başlanması, İğrek Makina için dönüm noktasıdır. 1990-2000 yılları arası, yeni döküm teknolojileri ile sürekli gelişerek dünya standartlarında bir talaşlı imalat atölyesi kurduk. İğrek Makine, bugün otomotiv sektörünün ihtiyaç duyduğu kalıp üretiminde lider firmalar arasında yer alıyor. Öyle ki Ferrari araçlarının son 10 yıldaki yeni modellerinden pek çoğunun kalıplarını İğrek Makine döküyor. İğrek, bugün itibarıyla model yapan, yaptığı modeli döken ve dökümün işlemesini de yaparak montaja hazır halde sunan entegre bir tesis haline gelmiştir.
Bugün ayda 2.000 ton erittiğimiz metalin yaklaşık yarısını makine sektörü için kullanıyoruz ve bu metalin tamamını işleyebilen kapasiteye sahip “makine fabrikamız” var. Takım Tezgahları, makine imalatımızın omurgası oldu. Birbirinden farklı işlevleri olan büyük ebatlı ve hassas 7 çeşit CNC frezeler ve 6 metre çap işleyebilen Dik Tornalar üretimimizin esasını teşkil ediyor.
Bugüne kadar ürün çeşitliliğimizi ve hassasiyeti artırmakla meşgul olduk. 5 metre en, 20 metre boy’a haiz, 5 eksen işleyebilen 250 ton/adet ağırlığa sahip frezeler ve 5 metre yükseklik işleyebilen Dik Tornalarımızı geliştirdik.
Bursa/Kemalpaşa’da 150.000 metrekarelik arsamızda yeni bir fabrikamız kuruluyor. Hedefimiz mevcut kapasite ve teknolojimizle Takım Tezgahlarında Dünya Markası olmak.
Dr. İlhami Pektaş: İğrek Makine’nin Ar-Ge çalışmaları konusunda bilgi verir misiniz ? Bu çalışmalara ne kadar kaynak ayrılıyor, hayata geçirilen ve yürütülen projeler nelerdir?
Orhan İğrek: Ar-Ge Merkezimizde 26 teknik personel çalışıyor ve Ar-Ge Merkezimiz başarımızdaki lokomotifimizdir. Örneğin Dik Tornalarımızda şanzıman kullanmamaktayız. Devirleri ve gücü “Direkt Tahrik” teknolojimizden almaktayız ve bu teknoloji Ar-Ge Merkezimizde geliştirildi. Bizde Ar-Ge’ ye cironun en az %10’ u ayrılır. Çeşitliliğimizin şifresi de budur. Bu sayede 2019 yılında Türkiye’nin 5 metre yüksekliğinde ilk Yatay Milli Kule Tipi Frezesini tamamladık.
Dr. İlhami Pektaş: İğrek Makine’nin yurt içinde ve yurt dışındaki pazar payı nedir?
Orhan İğrek: Kapasitesi 3000 ton/ay olan metalurji bölümümüz otomotiv karoser kalıpları üretmekte ve %95 oranında tüm Avrupa otomobil üreticilerine ihraç etmektedir.
Dünya takım tezgahları devlerine 200 ton ağırlık, 12 metre boyda makine gövdelerini işlenmiş olarak ihraç ediyoruz. Bu bizim, kapasite, teknoloji ve teslim terminlerindeki başarımızın tezahürüdür.
Dr. İlhami Pektaş: Sektörün sorunları nelerdir ve sizce bu sorunlar nasıl çözülebilir?
Orhan İğrek: “MESLEKİ TOPLUM” olamayışımız ve üretimden kopuk olmamız bütün sorunların kaynağını teşkil ediyor.
Herkes aynı şeyi söyler ve hazırda bekler. Biz beklemeyeceğiz. Özel Meslek Lisesi kuruyoruz ve Ar-Ge Merkezimizden daha fazla kaynak ayıracağız. Çaremiz kalmadı. Dışarıda vizyon ve samimiyet eksikliği var. Bana bu dünyadan göçerken son sözün ne olur diye sorsalar: “Velilere, çocuklarınızı Meslek Lisesine gönderin ve üretmeye motive edin” derdim. Zira gençken uygulamalı eğitim almak sonraki basamaklarda kolaylık ve başarı getiriyor.
Örneğin, Almanya’da her yıl 500.000 kişi “MESLEK LİSESİ” nden mezun oluyor. Buna karşılık “SADECE” 150.000 kişi “DÜZ LİSE” den mezun oluyor. Bizde ise Düz Lise Mezunlarımız 3-5 kat daha fazla. Yani Piramit bizim eğitimin tam tersi. Meslek Lisesinde kaliteli eğitim alan gençler hemen işe giriyor, kazanmaya başlıyor ve isterlerse öğrenimlerine Meslek Yüksek Okulu veya Üniversitelerde devam edebiliyor.
Bir anımı anlatmak istiyorum; Avusturya Salzburg’daki Alman, Avusturya Mühendisler Kongresine davetliydim. Berlin Teknik Üniversitesinden 4 sömestre beraber ders dinlediğim arkadaşım Dr. Hubert Koch’da oradaydı. Meslek Yüksek Okulundan gelmişti aramıza. Yani, Meslek Lisesinden başlamıştı, pratik becerileri de oradan geliyordu. Ertesi gün Hubert’e kongrede Almanya’nın en büyük Metalurji ödülü verildi. İki yılda 3 adet Alüminyum Alaşımı geliştirip patent almış. Zirve yolculuğuna Meslek Lisesinden başlayınca başarı geliyor.
Bilime, geliştirmeye giden yol önceden tırmanılan pragmatik basamaklardan geçiyor. Lise mezunları doktora yaparsa? diye sorarsanız benim favorim Hubert’in yoludur. Yani meslekten, çekirdekten yetişmek.
Dr. İlhami Pektaş: Türk makina sektörünün geleceğini nasıl görüyorsunuz? Sizce sektörün daha iyi noktalara gelmesi için hem sektör temsilcilerinin hem de devletin neler yapması gerekiyor?
Orhan İğrek: Sektörün geleceği; Üreten Türkiye, Milli Ekonomi ana fikrinde, samimi çoğunluğa ulaşırsak tüm sorunları çözeriz. En az İthalat Lobisi kadar üretimde “Aktif” olmalıyız.
Yerlilik konusunda siyasi irade ve sanayimizin gayretleri artıyor. Birliklerle, STK’larla, Kümelerle, devlete rahatlıkla ulaşabiliyoruz, konuşuyoruz. Bilgiye, teknolojik gelişmelere, yazılımlara ulaşmakta “Digital Teknoloji” sayesinde imkanlarımız çok arttı.
Dediğim gibi talebelik sonrası 40 küsur yıldır kendimi askeri olmayan bir subay olarak hissettim ve o zaman bile küçük olmayan tesislerimizde en az 20 yıl yüksek mühendislikten ustabaşılığa geçmek zorunda kaldım. Formasyonsuz personel yüzünden delege edemedim, detaylarda, koordinasyonda yıllarım geçti maalesef.
Onun için Mesleki Toplum konusunu her yerde “VURGULUYORUM”.
Gelecek düşüncelerimi dökümden ürettiğimiz kitap ile anlatmaya çalışayım; kim ne üretiyor adlı kitabı 15 yıl evvel dökümden ürettik, bakanlıklarımıza hediye ettim. Derdimi, çareyi, az, öz ifade için!
Kitabı 1000 sayfa (70 mm. kalınlıkta) döktük. Henüz üretimler eksik olduğundan en az 800 sayfası boş. Kıyafetimizi dokuyan tekstil makinası yoksa şimdilik 1 boş sayfa. Gemi Motoru, Jeneratör Motoru yoksa şimdilik 1 Boş Sayfa… Rüzgar Enerji Jeneratörü yoksa şimdilik 1 Boş Sayfa… Uçak Motoru yoksa şimdilik 1 Boş Sayfa… BOŞ SAYFALARI DOLDURMAK YAPILMASI GEREKLİ MİLLİ GÖREVİMİZ. Gerisi Laf, Bahanedir… Ben bu saydıklarımın çoğuyla uğraşıyorum, yılmıyorum ve yol alıyoruz.
Dr. İlhami Pektaş: Elde ettiğiniz başarı da ailenizin rolü nedir?
Orhan İğrek: 18 yaşımda Almanya’ ya ilk gittiğimde, otelde sabaha kadar: “Allah’ım, ömrümden 5-6 yıl al, diplomamı ver Bursa’ya döneyim…” diye dua ederdim.
Ailede sevgi, saygı, sıcaklık, mutlulukla büyüdük. Babam moral vermese, annemin mektupları olmasa tahsili bırakıp dönebilirdim. Velhasıl bizde “Aile” buydu ve böyle devam ediyor. Şimdi kardeşim ve ben aynı birlikteliği çocuklarımıza ve torunlarımıza aktarmaya çalışıyoruz.
Çocuklarımız 20’li yaşlarda üniversitelerini bitirip, tereddütsüz aile şirketlerine geliyor. 3. ve 4. nesil olarak dedelerinin şirketini 100. yıla ulaştırmaya çalışıyorlar.
Dr. İlhami Pektaş: Gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Orhan İğrek: Türkiye'nin geleceğine iyimser bakmalarıdır. Bizim görevimiz de odur. Ben şahsen çok iyimserim. Gençler zaman zaman Batı'da bazı örneklerin çok daha iyi olduğunu görebilir ama ben çok iyi bir maaş teklifine rağmen her şeyin hazır olduğu Berlin gibi Avrupa'nın en güzel şehrinde diplomayı aldığım gün, tekrar ediyorum aldığım gün uçağa binip ülkeme gelmezdim. Vicdanım çok rahat. Bana altı sene harcadığım paraları mütevazi de olsa aileme ödemek zorundaydım. Ne iyi yapmışım da dönmüşüm. Tabi ki o günden beri yabancı lisanları, ekonomideki gelişmeleri takip edebildim. Geçtiğimiz ay, 130 senelik Alman döküm mecmuasında bir fotoğrafımız çıktı. Bana teşekkür ediyorlar. Efendim, 60 senedir bizden vazgeçmeyen abonemiz diye. Çünkü amcam metalurji mecmuası abonesiydi ve ben devam ediyorum 70'li yıllardan beri. Dolayısıyla o ülkeleri çok iyi bilen bir insan olarak, gördüm ki bu ülke de karşılık çok daha çabuk alınabiliyor. Tavsiye ederim. Üretim ordumuza katılın. Gönülden katıldığınız takdirde benim gibi mutlu, huzurlu olursunuz ve en küçük bir endişeniz olmaz.
Dr. İlhami Pektaş: Üretim sevdanızın kaynağı nedir ?
Orhan İğrek: Herkes milli ekonominin mütevazi neferi olmalı. İki temel felsefe bizi besliyor, yaptığımız işlerden ve yaşamımızdan keyif aldırıyor. Birinci felsefe; MESLEKİ TOPLUM!, İkinci felsefe; ÜRETEN TÜRKİYE!
90’lı yılların sonlarında milli silah projelerinden olan Fırtına tankının 150 adet çelik döküm dişli kutusunu ürettik. Çok zor parçaydı fakat üretimin keyfi tarif edilemezdi. Milli projelerde neye gücümüz yeterse ilgilenelim dedik ve milli duygularımız bizi bu alanlara sevk etti.
Yüksek teknoloji uygulayan entegre teknoloji grubuyuz. Metalurji de, takım tezgahları imalatında, yenilenebilir enerji imalatının jeneratörün de ağırlıklı olarak ama komple rüzgar parkı kurabilecek kadar lisanslı teknolojiye sahibiz.
Bu üretimlerimizden bazılarına örnek verecek olursam;
Aquila isimli uçak tesisi – Berlin
2015’de Berlin’de 260 eğitim uçağı üretmiş, her türlü sertifikaları olan Aquila şirketini Bursalı B-PLAST firması ortağımla beraber satın aldık. Yılda 26 uçak yapma kapasitesi var ve yüzde 100 kompozit gövdeli 105 KW motorlu, çağdaş bir eğitim uçağı üretiyoruz. Adım adım Türk firmaları da parçaları Türkiye’de üretecek. Hedefimiz yerli üretim.
Rüzgar Enerjisi Türbinleri;
Yıllardır Almanya’da gördüğümüz ve yenilenebilir enerji üretiminde en gelişmiş teknoloji olan rüzgar santralları hep ilgimi çekmiştir. 8 yıldır kanat göbeğinden stratoruna kadar döküm parçalarını üretiyoruz ve üniversitelerimizde Ar-Ge’ye hiç ara vermedik. Milli Rüzgar Enerji Sistemleri (MİLRES) geliştirme projesinin bütün metal aksamları bizim tesislerimizde üretildi. Yerli üretim çalışmalarına devam edilmeliydi ve biz şimdi bunu yapıyoruz. Firmamız bir entegre tesis olduğu için tüm metalürjik işlemleri, malzemeleri ve tasarımı bize aittir, işlemeleri yapılmıştır. Yoğun yatırımlara devam ediyoruz. Yüzde yüz yerli jeneratör yapıldığı takdirde şu an da çalıştığımız 'Konverter' dediğimiz kumanda panosunu da bu sene yüzde 100 yerli olarak üreteceğiz. İnşallah, 1.500 - 2.500 KW rüzgar enerjisi tesislerimiz yakında kendisini gösterecek. Milyarların yurt dışına gitmesini kısmen önleyeceğiz. Çok şükür 1.500 KW'lık jeneratörümüzü çalıştırdık. Şimdi yazılımlarının detayı ile uğraşıyoruz. Malzeme ve mekanikte çok iyiyiz, yazılımı da geliştiriyoruz.
Bizim metalurji bölümümüzde ki elektrikli ergitme indüksiyon ocaklarımızda 20 megavat ergitme gücümüz var. Tam kapasite üç vardiya eritirsek 12 tane rüzgar türbini üretebiliriz. Kendimiz ürettiğimiz takdirde düşünebiliyor musunuz avantajımızı ve neler yapabileceğimizi.
Milli deniz topu ve İğrek Makine
Milli deniz topu ikili bir konsorsiyum tarafından üretildi. Konsorsiyumda MKE ve İğrek Makine vardı. İğrek Makine, konsorsiyumun yüzde 45 ortağıydı. Deniz topu dünyada 6 ülke tarafından üretiliyor. Böylece ülkemiz de Dünya’da Deniz Topu üretebilen 7. ülke oldu.
Muharip Uçak
Muharip Uçağının en önemli parçasının makinası, yine İğrek Makine’nin ürettiği bir makina olacak ve 2022 içinde teslim edilecek.
Dr. İlhami Pektaş: Üçüncü kuşaktan beklentileriniz nelerdir?
Orhan İğrek: 2000’li yıllar İğrek Makine’de üçüncü kuşağın iş başı yaptığı yıllardır. 2007 yılında babam Ali Osman İğrek 86 yaşında vefat etti. Babam vefatına kadar evlatlarına ve torunlarına örnek olmuştur. Torunlarına “Bizim işler ister istemez elinizi ayağınızı kirletir. Genç yaşlarında eli yüzü kirlice eve dönerken bundan utanan çalışanlarımıza babam ‘Biz sizin yaşınızdayken işimiz, gücümüz var hem de tornacı çırağıyız diye ahaliye karşı elimizin kirini gururla gösterirdik” derdi.
İĞREK MAKİNE, üçüncü kuşağın omuzlarında yükselen, hatta dördüncü kuşağın görev başı yapmaya başladığı bir aile şirketidir. Artık 3. ve 4. kuşak sorumlulukları diye bakmıyoruz, mevcut yönetim ne kadar birikimli, özverili, çalışkan, öğrenmeye açık, vizyonu ne, kondüsyonu nasıl, diyaloğa açıklığı nedir diye ona bakıyoruz. 3. ve 4. nesil İğrek’ler de bu yönetimin bir bölümüdür ve daha çok sorumluluk hissetmek zorunda olacaklar. İğrek şirketleri 76 yıldır bu ülkenin birikimidir ve yeni nesiller, bu görevi; üreten Türkiye’ye ve milli ekonomiye hizmet etmek için yüklenmişlerdir. Başka yaşam tarzı olamaz.
Dr. İlhami Pektaş: Sektörün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Orhan İğrek: Fırıncının temel malzemesi undur, hamurdur, becerisi ve imkanlarıyla ekmek, simit, börek, pasta yapar. Dökümcülüğe de malzeme üretimi diye baktık, üstelik şekil verilmiş malzeme. Üret, işle, monte et, “ürün olsun”. Makine, rüzgar tesisi, dişli kutusu, pompa, vana… Biz bunların hepsini yaptık. Dünyaya bir daha gelsem spor uçağın motorunu döker, üretirim yani yeni bir ürüne dönüştürmeye çalışırım.
Metalurji sanayinin geleceği sınırsız, fakat meslekli toplumda, üretim teknolojisinden, Ar-Ge’ye, İnovasyona ve pazarlamaya kadar senkronizasyon ve harmoniyi sağlamak gerekir.
Avrupa’nın teknolojisi bizde varsa, onların fabrikaları bize rakip olamaz! Bugün sosyal olgu bu, biz o teknolojiye ulaştık.
Dr. İlhami Pektaş: Meslektaşlarımıza ve gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Orhan İğrek: Meslektaşlarımız aslanlar gibi çalışıyorlar, her gün daha da gelişiyorlar. Benim gençlere bir tek tavsiyem olacak; dökümhanelerden, torna atölyesinden, mekaniğin içerisinden 60 sene evvel yola çıkmış ve dünyanın en eski teknik üniversitesinden mezun olmuş biri olarak, lütfen ve mutlaka Almanca ve İngilizceyi iyi öğrensinler. Batının ileri teknolojisini, her imkanı kullanarak, fuarlara giderek, kitap, bilgisayar, internet, Youtube, mecmua dahil tüm sosyal medyayı kullanarak gelişmeleri takip etsinler.
Bunun için lisan şart. Her yıl en az 50 stajyer talebeye şunu söylüyorum; 10 TL kazandıysam 3 TL’si, yüksek metalürji mühendisi olduğum için ama diğer 7 TL’sini lisan anahtarını çok iyi kullanabildiğim için kazandım.
Dr. İlhami Pektaş: Meslekte feyz aldığınız sanayiciler Kimdir?
Orhan İğrek: Önce 44 yıllık Metalürji Yüksek Mühendisliği ve sanayicilik yaşamımdan feyiz aldığım duayenlerimizden birkaçını anmakla başlayalım.
Vezni Dursun: 1981 yılında Gerçek Döküm’de tanıdım. En az 25 yıllık diyaloğumuz arasında hep “Adam gibi Adam” nasıl olur müşahede ettim. Ayrıca sıvı metalin yolluk havşasına girişinden, besleyicilere kadar seyahatini üç boyutlu olarak beyninde hayal edebilen “Deha”yı gözlemledim.
Ahmet Hıfzı Yazan: Eskişehir Şeker Fabrikası’ndaki baba yiğitlerden. Her şeyin “ilk”ini döken bu dev adamı ’Entil’de tanımıştım. 2 bin sayfalık Kupol ocağı literatürü olan ve bu işin dünya çapında piri Alouis Dahlman’ı okumuş, tanımış birisi olarak Ahmet Hıfzı amcanın, 500 mm çaplı soğuk hava kupolu nasıl şarj edilir, nasıl ateşlenir, nasıl tamponlanır, şişlenir, cüruf indirilir uygulamalarını ve anlatımlarını unutamıyorum. O kupol ocağını anlatma şekli ve görüntüsü bana “piyano resitali “ gibi gelmişti. Dereceleri, ağırlık yüklemekten, pota dövmeye kadar her şeyi sordum, öğrendim. Kok ve pikle kupola girdi ve ermiş olarak çıktı sanki. Mekanın cennet olsun Ahmet Hıfzı Amca...
Nuri ve Süleyman Atik: Döken, işleyen ve her ikisini en iyi şekilde yapan o mütevazi insanlar olarak 80’li yılların başında tanıdım. Nuri Amca’nın ellerini öpmeye gidemediğime çok üzülüyorum. Allah sizi başımızdan eksik etmesin. Oğullarınızın, torunlarınızın başında nice yıllar “mihenk” olun inşallah.
Mümin Erkunt: Anadolu entellektüeli, beyefendisi... Odasına girdiğimde beni ayakta karşılayınca utandığım, örnek sanayici. Geleceği çok iyi gören, yerli, milli, mütevazi, cömert ve çok çalışkan bir insan.
Cemal Dirin: İzmir fuarlarında makine teşhir ederdik 60’lı yıllarda ve Cemal Amca’ya da uğrardık babamla. Benim için dinamizmin, kararlılığın canlı bir örneğiydi. Depoya indirip paslı Avrupa vargel tezgahını gösterdi bize bir gün. “Osmancığım bu bize lazım, daha iyisini yapacağım” demişti. Ertesi yıl o makineyi mutlaka Dirinler Makina’da üretiyor ve sonra da seri üretim ile sanayimize kazandırıyordu.
Bay Neumeister: Sorel Metal’in Türkiye danışmanı, sfero döküm üretimini firmamızda kullanmaya yardımcı olurken önemli Avrupa dökümhane vizyonlarını, tecrübelerini bize aktarırdı. Firmamıza yön veren tavsiyelerini hep değerlendirdik.
Claus Röhrig: Giesserei Meslek mecmuamızın “Alaşımlı Çelikler” literatür sorumlusuydu yıllarca. Dünyada çıkan tüm metinleri okur ve yılda 2 defa özet olarak kaynakça yayınlardı. “Bu işi nasıl beceriyorsun, üstelik hiç ücret almadan!“ diye sorduğumda; “Cumartesi-Pazar günleri ailemden feragat ederek, hep okuyarak, ülkemin teknolojisine hizmet veriyorum, bu duygu her şeye değer” demişti. Darısı bizim “Röhrig”lere... Güçlü mecmua, faydalı dernek. Almanları bu konuda örnek almak gerek.