Küçük İşletmeleri Koruyacak Yöntemler Bulunmalı
Türk sanayiinin deneyimli isimlerinden Moiz Eskinazi, PLASFEDDERGİ’nin sorularını yanıtladı
Türk plastik sektörünün deneyimli isimlerinden Moiz Eskinazi, Türkiye’nin risklerinin fazlaca dile getirildiğini ancak ekonomik yapısının çok fazla fırsat da sunduğunu vurguladı. İyi bir planlamayla sanayicilerin başarıyı yakalayacaklarını vurgulayan Eskinazi, bugünlerde izlemede kalsa da gelecek dönemde yeni iş olanaklarını kovaladıklarını aç
-Sayın Eskinazi, plastik sektörü bir dönüşümün eşiğinde gibi görünüyor. Siz yakın geleceğe nasıl bakıyorsunuz?
Plastik sanayicileri açısından teknik çalışma ve kaliteli üretim önemli ve şu anda plastik işleme makinesi üreten firmalar bunu sağlayabiliyor. Amerika’yı yeniden keşfetmek durumda değiliz, parası olan da gidiyor bu makineleri alıp üretim yapabiliyor. Biz ambalajda işe başladığımızda İzmir’de 4 firmaydık, şu anda ambalaj şirketi sayısı 200’ü geçti. Biz zaman içinde bizden ayrılan elemanlarımızı destekleyerek bu tesislerin yaklaşık 20 tanesinin kurulumuna ön ayak olduk. Şu an hepsi çalışıyor, mutlular Allah’a şükür. Ancak o eski günlerdeki karlar artık yok. Çok az bir kar marjıyla, büyük makineler alınıp, büyük sermaye koyarak bu işler yapılıyor. Demek ki bugün farklı bir anlayış gerekli.
Bizim tavsiyemiz, işlerine uzun vadeli bakıyorlarsa kendi işlerinde ileride evlatlarını da çalıştırma planlarını hazırlayıp çocuklarını işi güvenle devredebilecekleri şekilde yetiştirmeler. Ancak bu şekilde güzel işler yapılır, başarılı olunabilir. Burada kritik unsur, muhakkak kurumsallaşmadır. Kurumsallaşma olmadan, tek patron anlayışıyla iş yapmaya çalışılırsa bir yere ulaşılamaz.
Kurumsallaşıp, işi devam ettirmek niyetleri varsa da muhakkak çocuklarını, yöneticilerini teknolojik olarak işi öğrenecek üniversitelerde okutsunlar, gerekli eğitimleri almalarını sağlasınlar. Şimdi bütün çocuklar işletme okuyor. Teknolojik yönünü bilmiyor. Bu işi yapacaksa teknik okullarında okutmalılar. Bu yöndeki adımları sayesinde başarılı olan bildiğim çok sayıda işletme var. Bu şekilde teknolojik yönden de işi başarıyorlar. Eğer bu yola gidilmediyse, başka şirketlerin ustalarını alıp iş yapmaya uğraşır durursunuz. Kurumsallaşıp teknik yönü kuvvetli şirketler kurarlarsa, hem kendilerine, hem memlekete faydaları olur. Diğer türlü ustaların elinde oyuncak olurlar. İşi bilmeden sadece genel bir işletme bilgisi ile iş yapmaya çalışılmamalı.
Diğer tavsiye, katma değeri yüksek spesifik işlerde-ürünlerde yoğunlaşılmalıdır. Herkesin bildiği çöp torbasıyla, pazar çantasıyla büyümek mümkün değil. Bugün 9 katlı malzemeler üzerinde çalışıp kaliteli ürünler üretip, kaliteli baskılar yapıldığında güzel para kazanılabilir. Çünkü yüksek katma değerli ama belirttiğim gibi teknik bir iş. Bizim şirketimizin en üst seviyede olduğu dönemde 600’e yakın işçimiz vardı ve 150 dolayında taşeronumuzun çalışanı vardı.
-Diğer yandan sektördeki kar marjlarının düşüklüğü de bir vaka?
Evet, 1992-93 yıllarına kadar plastik altın yıllarını yaşadı. Çünkü gümrük duvarlarıyla korunuyordu. O gümrük duvarı da yüzde 35-40 dolayındaydı. Baskılı bir naylon torba getirecek olan yüzde 40 gümrük duvarıyla karşılaşıyordu. Ne zaman bu duvarlar yıkıldı çok daha kaliteli makinelerle teknolojileri yüksek iş yapan bilgili, yabancı firmalar yaptığımız işleri çok daha ucuza üretmeye ve Türkiye’ye satmaya başladılar. Türk sanayicileri rekabet dolayısı ile bu kadar az karlarla çalışmak mecburiyetinde kaldılar.
Biz ise o tarihte değerli tecrübelerini bize aktarabilecek Hollandalı bir dünya devi ile ortak olarak daha az fakat sürekli karlarla yeni bir yapılanma kurmak istedik. Fakat ortağımızın hantal yapısı bizim vizyonumuza ayak uyduramayınca beklentilerimiz doğrultusundaki adımları atmak zorlaştı ve ortaklarla birlikte yürütmemiz zor oldu. Sonra da şirketin tamamını sattık.
3 yıl aradan sonra tekrar teknolojik bir iş olarak silindir üretimine geçtik. En yüksek miktarda üretimi yine biz yapmaya başladık.18 ay önceye kadar Amerikalılarla bir ortaklığımız oldu. Onlar da yine sermaye şirketiydi ve sonunda tamamını devrettik. Biz artık yorulduk. Biraz dinlenmeye ihtiyacımız var.. Sabah 7’de işe giderek çalışıyorduk. Bu kadar uzun çalışmaların sonucunda bizim de bir tatilimiz olsun istedik. İnşallah ilk yaz tatilimizi bu yıl yapacağız. Daha sonra ne yaparım bilemem.
-Sektörün bir özelliği de fazla dağınık yapıda, çok sayıda şirketin olması. Tabii böyle olunca da koordinasyon ihtiyacı her zamankinden fazla. Burada nasıl bir rol paylaşımı yapılabilir?
Aslında sektöre yönelik faaliyet gösteren üst yapıların, sivil toplum kuruluşlarının asıl amacı küçük şirketleri korumak olmalı. Mesela, Petkim’in yetemediği veya yurt dışından insanların getirmek istediği hammaddeyi tek başına getirmek küçük şirketler için her zaman sıkıntılıdır. Büyük alıcıların ardından ikinci ve alt alıcı olmalarını engellemek gerekli. Geçmişte bunun için hep mücadele verdim.
Önemli husus, eğer böyle bir yapılanma istiyorsanız faaliyeti yürütecek profesyoneller lazım. İş olarak, amaç olarak bu işe odaklanacak. Kooperatif şeklinde yapılanmalarda da aynı sorun görülüyor, yani profesyonelleşme. İşinizden fedakarlık yapıyorsunuz ama “hilal-i ahmere” çalışıyorsunuz. Yapmaya çalıştığınız işten herkesin beklentisi oluyor. Diğer yandan kaynak sıkıntısı başlıyor, bir türlü istediğinizi elde edecek imkanlara ulaşamıyorsunuz. Bir imkan yaratırsanız da sizin para koymanız gerekiyor. Sonuçta da herkes parası kadar alıyor, büyükler yine en fazla payı alıyor. Bir misal vereyim, bir arkadaşımız perakende işi yapmak istedi.. Yapmaması konusunda uyardım, 15-20 dükkanlık bir parekende. Rakipler, küçük perakendecinin ürün alış fiyatına ürün satabilirken işi yapmak mümkün değil. Bu sorunu aşmak ancak ortak iş yapma kültürü ile yani kooperatifl eşmekle olur ancak biz beceremedik.
Bence, üst yapıların ticarette en büyük rolleri hammadde alımında küçüklere yardım etmesi olmalıdır. Plastik çok çeşitli bir alan. Burada da ikinci rol başlıyor: O meslek dalındaki işlerin en iyisinin nasıl yapılacağını öğretmek, standartları koymak, okulları açmak-eğitimlerini vermek. Tabii ki bunların hepsi paraya dayanıyor. En azından üniversitelerdeki eğitimin iyileştirilmesi gerekli. İnşallah birgün olur.
-Sektördeki imalatçı sayısı çok fazla, burada bir kontrole ihtiyaç görüyor musunuz?
Evet ama bunu kontrol etmek için geç kalındı.. Kendiliğinden bir çözüm olacak gibi. Kaliteli ürün yapan firmaların kar marjları fazla düşmedi. Eğer firmalar klasik ürünleri üretip rekabet etmek istiyorsa bu noktada kar marjları çok düşük. Başarılı olmak isteyen firma teknolojik iş yapacak, kaliteli üretecek ve en önemlisi yeterli sermayeye sahip olacak. Rekabet sadece fiyatla olmuyor. Fiyat ve kalite sağlandıktan sonra ihtiyaç olan pazarlamadaki beceri ve onun yanında da alcılara sunulacak uzun vade. Faizler tekrar yükselmeye başladı. Sanayici için tehlikeli bir unsur. Eğer sanayici kullandığı kredileri bir kaldıraç olarak kullanabilecek şekilde aldığı borç ile satışlarını yılda 4-5 kez döndüremez ise yıllık yüzde 13-15’lere gelen faiz sorunlu bir durum oluşturur.
-Evet, kısa vadede bu da bir tartışma konusu. Türkiye riskli ülkeler arasında sayılmaya başlandı...
Bir kere, atalarımızdan kalan bir unsur var bu unutulmamalı: Biz bir çeyrek ekmekle soğanı kırıp, biraz da zeytinle günümüzü geçiririz. Türk milleti böyledir. Kaynakları çok güçlüdür, ekonomisi sarsıntılar geçirse de hiçbir zaman batmaz. Avrupalı öyle değil, bonfi le yemeye alışmıştır. İtalya, İspanya’nın durumu bu.. Öğle zamanında 4 saat dükkânları kapatıyor, iş yapmıyor, para kazanmıyor ve kazanmak da istemiyor. Bizim gibi değiller. Biz ise burada en az imkânlarla her şeyi yapabiliriz. İlerlememiz de bu nedenle. Ara sıra ekonomik, siyasi sorunlar olacak ancak Türkiye neler gördü. Ama unutmayalım ki geçtiğimiz yıllarda yaşanan her türlü probleme karşın Türkiye 2013 yılında tarihinin en çok sayıdaki doğrudan sermaye girişi rakamını sağladı. Bir çok uzman 2025 yılında dünyanın en büyük 10. ekonomisi olma potansiyelimizi vurgulamakta. Her şey atlatılacaktır. Avrupalı bizi korktuğu için istemiyor. Biz o aşamalara gelebilsek geçeceğiz. Allah’a çok şükür Türkiye ekonomisini kötü görmüyorum.
Bir başka unsur da, biz biraz da fazlaca “kötü” demeye alıştık. Nasılsın diye sorulduğunda “Allah’a çok şükür” demiyoruz. Benim kendi iş hayatımda, daha makineyi sipariş verdiğimde işi hazırdı. Şu anekdotu paylaşmak isterim. Yıllar önce Almanya’dan “bu makineye bir iş dayanır mı” diye düşündüğüm” yani ihtiyaç olan kapasitenin çok üstünde ve çok pahalı bir makine alıyordum, ‘. O dönemde sanayicilerle yemek yerken, makineleri nasıl aldıklarını sorduğumda bana “tek bir kuruş harcamadan önce bir proje yaparak, o projeyle gidip müşterilerle anlaştım, imzaları attım ve o imzalarla bankadan kredimi aldım. Sağlam bir proje hazırlayıp kredi ile makineyi alıp hemen işe başlıyorum.” dediklerinde yürüttükleri sistem çok mantıklı geldi. Biz de sonraki işlerimizi böyle yaptık. Eğer makineyi kurup, şu işe başladım derseniz o iş olmaz, yürümez. O kadar büyük bir masraf ile başlıyorsunuz ki... Ondan sonra işin beklemeye tahammülü yok tabii. Mesele, sanayicinin banka kredisiyle, hazırlayacağı projeyle işini sorunsuz yürütmesi. Böylece 24 saat çalışsın. Sanayide 8 saat çalışma olmaz, 24 saat çalışma gerekli.
-Risk yönetimi öneriniz nedir?
Riskleri kendimiz yaratıyoruz. Düzgün hazırlanmayan proje ve fi zibilite çalışmalarınız yoksa, pazarı ve yapacağınız işi tanımıyorsanız, maliyet hesaplarını tam yapamadıysanız o işe başlamayın. Eğer tüm bunları tamamlayıp adım atıyorsanız Türkiye’nin sahip olduğu büyük potansiyel ve yanıbaşımızdaki Avrupa pazarı büyük bir avantaj. Türkiye’de işçi maliyeti minimum 1.350-1.500 TL. Bu 1.000 dolar değil daha.. Gidin Avrupa’da ücretler ne düzeyde? Bunun üç-dört katı. Bizim işçiliğimiz hala ucuz. Avrupa’daki en genç dinamik ve eğitimli nüfusa sahibiz. Krizlere dayanıklı bir ekonomimiz var. Demek ki biz Avrupa’ya kaliteli, düzgün mal satacak durumdayız. Korkacak bir şey yok.
-Eğitim, hep gündemde olan bir konu, siz de vurguladınız.
Eğitim konusunda şimdiye kadar bir hayli adım atmış olmamız gerekiyordu. Bir yanda orta düzey eleman yok diyoruz, bulamıyoruz, bulunca da çalışan için ücret düşük geliyor. Ücretler konusunda yüksek standartlara ulaşmak konusunda hala zaman var. Eleman çalıştırmada, ücretlerde biz bu kadar katı kurallara hazır değiliz. İşletmelerde, mavi yakalılar 100 ise 10 beyaz yakalı yeter. Bizde ise 100 beyaz yakalı yetiştirmişiz, beklentiler çok yüksek. Okulları bitirmişler, hadi işe de başlıyorlar diyelim: Genç bir makine mühendisinin annesi geliyor ve ağlıyor, “ben oğlumu bunun için mi yetiştirdim, kravatı, gömleği kir içinde!” Biz de diyoruz ki, sevinmeniz lazım, makine ile çalışıyor.
Biz üniversite bitirince “masa verecekler ve sadece orada oturacağız” beklentisinde olan üniversite mezunları yetiştiriyoruz. Hal böyle olunca da biz örnekte verdiğim “makine mühendisi”ni değil de makine mühendisinin bir altındaki teknik elemanı daha fazla tutar ve destekler hale geldik. Çalışan sorumlu olduğu makinenin altına girip sesinden makineyi anlayacak. Çekirdekten yetişen usta bir yere kadar gidebilir. Mesleki eğitim veren okul açmamız lazım. Bazı firmalar yapıyor, kendi bünyelerinde talebe okutuyorlar, kurumlarda yetiştiriyorlar. Büyük fabrikaların yüzde 5-10 oranında elemanı kendi bünyelerinde yetiştirmesi lazım ve yapılabilir. Okullara eğitim amaçlı kullanılacak makinalar hibe etmek lazım. Çocuk makine görmeden okul bitiriyor. Gören de 50 yıllık makineyi görmüş oluyor sanayiciler okullara modern makinaları değil de sadece adı geçsin diye ekonomik ve teknolojik ömrünü çoktan tamamlamış kullanım dışı kalan eski makinalarını hibe etmekteler.
-Siz işe başladığınızda nasıl bir ortam vardı, bundan da söz etmek gerekir?
İlk işe başladığım dönem 1965’ler. Üniversiten mezun olduktan sonra bu iş hayatına başladım. Biz saf kolonya ve baharat işi yapardık. Baharatlar fişek gibi jelatin ambalajlara sararak satılırdı. Karabiber tohumu kilosu 10 TL’ydi. Alır, jelatin ambalajla sarardık. Üniversite’yi bitirince İstanbul’da baharat işine tekrar baktım ve zorlukları gördüm. Perakendeciler, bize hammadde kadar para teklif ediyordu. Biz bu taleplerinin karşılanması imkansız olduğunu söyleyince “bu iş sizin işiniz değil” cevabını aldık ve gördük ki baharatlarda maliyeti düşürmek için hile yapılıyordu. Biz bu işi nasıl daha iyi hale getirebiliriz diye düşündük ve sonuçta naylonu keşfettik. Küçük küçük naylon torbalar yapmaya başladık. Naylon torba yaygınlaşmaya başladı. Yüksek karla satmaya başladık. Seneler geçtikçe işler değişti. Sürekli yeniliğe açık olduk ve yurt dışıyla temas kurduk. Biz 1965’te tek tek naylona baskı yaparken, 1995 yılında, 8 renkli, dakikada 600 metre baskı yapabilen tesislere ulaştık. Bunun sonucunda ayda 1.500 ton üretim yapar hale geldik.
-Şu an izlemede olduğunuzdan söz etmiştiniz, bu süreç bitecek mi?
İnşallah yakında bitecek, tekrar kendi sektörümüzde bir şeyler yapacağız. Plastikten başka bir şey bilmiyoruz. Birkaç projemiz var, sadece doğru zamanı bekliyoruz.
Haberin Kaynağı : PLASFED
30.06.2014