Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu
‘Millet Ekonomisine’, Kapsayıcı-Katılımcı ‘Ekonomik Demokrasi’ Modeline Geçiş Şart!
Ekonomi biliminin asli görevi insanların-toplumun refahı, tüm canlıların sürdürülebilir yaşam hakkı ve mutluluğu için çalışmaktır. Mutlu bir azınlığı zenginleştirmek, toplumun çoğunluğunu toplumun çok az bir kısmının refahı uğruna feda etmek, nüfusun büyük bir bölümünü bu amaç doğrultusunda yoksullaştırmak, fakir ve zengin arasındaki eşitsizliği derinleştirme ekonomi biliminin amacı ve misyonu değildir. Kısacası, ekonomi bilimi halk bilimidir. Bu teorik çerçevede, ekonomi yönetiminin ise kamu yararı sağlayan bilimsel ekonomi politikalarını referans alması, milletin tamamının esenliği ve huzuru için çalışması gerekmektedir.
Bu bağlamda; Ekonomi biliminin kapsayıcılığı, milletin tamamına hizmet etmesi yani Ekonomik Kapsam ve Ekonomik Katılım asıl olandır. Ekonomi yönetiminin sorumluluğu insanların temel yaşamsal beslenme ihtiyaçlarının karşılanması, onlara en asgari standartlarda ya da başkasının yardımlarına-inisiyatifine bırakılan çaresiz yaşam formları sunmak değildir. Aksine, ekonomi yönetiminin misyonu yaşama ait her alanda eğitim-sağlık-sağlıklı beslenme-barınma-kültür-çalışma yani daha insani, üretken, tatmin olmuş hayatlar ve yaşam kalitesi boyutuyla insanlığı yükseltmek ve yüceltmektir. Milletin toplam mutluluğunu artırmak, yaşama ait her konuda insanlığa seçim yapma-ekonomik demokrasiye katılım hakkına saygı duyma ve toplum içinde sosyal adaleti sağlamaktır.
Maalesef, başta neo-liberal ekonomistler olmak üzere matematikçi iktisatçılar, ekonomi bilimini para-maliye politikası zanneden sözde iktisatçılar, merkez bankası uzmanları, banka-finans çevreleri (faizciler-komisyoncular-borsacılar-piyasacılar-kolay gelir avcıları yani üretim-istihdam dışı sıcak para seviciler) yoksulluğu ortadan kaldırma konusunda hiçbir gayret sarf etmediler aksine bu sorunu yok saydılar. Bunların hedef kitlesi, ilgi alanı para, parası olanlar yani zenginler dolayısıyla zenginin refahı ve daha fazla zenginleşmesi oldu yani fakirden ya da fakirin kamusal alandaki payından alıp zenginin finansmanının sağlanması esas odak noktaları oldu.
Bu nedenle, geçtiğimiz yirmi yılda, dünya genelinde derin yoksulluk içinde yaşamsal temel gıda ihtiyaçları için günde 2-3 dolar geliri olan 1 milyardan fazla insan ölümle yaşam arasında mücadele vermeye başladı, açlık-kıtlık ve küresel iklim krizinin ayrıca tetiklediği göç en önemli insanlık sorunları haline gelmeye başladı.
Birleşmiş Milletler(UN)'e göre 730 milyon insan aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. Aşırı yoksulluk içinde yaşayan bu insanlar bırakınız barınma gibi çok önemli bir ihtiyacı karşılamayı beslenme, temiz içme suyu, sanitasyon, sağlık hizmetleri gibi temel insani ihtiyaçlardan yoksun olarak var olma mücadelesi veriyorlar. Yani en temel fizyolojik insan ihtiyaçlarını dahi karşılayacak bir yaşamın çok uzağındalar.
İşte tam bu noktada global veya ulusal ekonominin kapsayıcılığı, yani MİLLETİN ekonomik katılımını sağlayan hümanist bir ekonomi modelinin insanların temel yaşamsal ihtiyaçlarının ötesinde açlıkla-yoksullukla mücadele eden ve aynı zamanda toplumun tamamının refahına-mutluluğuna hizmet eden bilimsel bir ekonomik model olması gerekliliği sosyal ekonomistler-sosyal devletçi sosyal politikacılar tarafından savunulmaya başlanmıştır.
Ekonomi biliminin asli görevi milletin toplamının çıkarlarının tatmini doğrultusunda kamu yararı üretmesidir. Tüm milleti kapsayan ‘halkçı ekonomi’ toplumun hiçbir bireyini dışarıda bırakmayan ve toplumun yaşam kalitesini artırmak için fırsatlar sağlayan ‘katılımcı ekonomi’ anlamına geliyor. Katılımcı ekonomi aynı zamanda daha yüksek ücretli-daha tatmin edici işler yaratmak ve insanların ruh sağlığı, mutluluğu ile ilgili ihtiyaçlarının da karşılanması demektir.
Herkese daha adil ve eşitlikçi yaşam standardı sunmanın başlangıcı temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayacak gelir sağlamanın ötesinde bir dizi insani ihtiyacın garanti altına alınmasına yani İyi-sağlıklı beslenme, insana yakışır barınma, yeterli sağlık hizmeti, kaliteli eğitim, enerji, ulaşım ve kültürel tüketim-eğlenmek dahil daha fazlasını içeren temel geçim standartlarını kapsamalıdır. Daha da önemlisi gıda dışında yaşamsal birçok alanda temel yeterliliğe ulaşıldığında insanlara hayalleri, kişisel gelişimleri ve gelecekleri için tasarruf edebilme, para biriktirme, yatırım yapabilme kabiliyeti, fırsatı verilmelidir. Yoksullukla gerçekten mücadele eden bir ekonomi yönetimi için bu yaklaşım sadece ekonomik katılım değil aynı zamanda ekonomik güçlenme yani güçlü bir ekonominin tesisi için ayrıca önemlidir.
Ekonomik kapsama ve katılım her zaman yoksulluğun azaltılmasıyla doğrudan ilişkilendirilecek bir kavramdır. Genel olarak ekonomik katılım örneğin çalışanların/emekçilerin, emeklilerin, esnafın, kadınların, gençlerin yoksulluktan kurtulması durumunda gerçekleşir. Ancak mesele elbette sadece bundan ibaret değildir. Ekonomik katılım yani ekonomik demokrasi aynı zamanda yeterli barınma-eğitim-sağlık-kültür/eğlenme/gezme/tatil yapabilme tüketiminin kolayca karşılandığı adil gelire ve sürdürülebilir yaşama ulaşabilme anlamına da gelir.
Yukarıda izah etmeye çalıştığımız teorik çerçeve kapsamında yoksulluğun dolayısıyla gelir adaletsizliğinin geldiği nokta itibariyle dünyada ve ülkemizde ekonomik olarak yani ekonominin nimetlerinden faydalanma boyutuyla her geçen gün yok olan orta sınıf dahil toplumda dışlanmış nüfusun oranı hızla artmaktadır.
Bu bağlamda, Birleşmiş Milletlerin verileri incelendiğinde bunların yaklaşık 4,2 milyarı düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşıyor. Ancak gelişmiş ülkelerde yaşayan yaklaşık 300 milyondan fazla insan da bu kategoriye girmektedir. Özetle, dünya genelinde yaklaşık 4,5 milyar insan ekonomik kapsamın ve ekonomik katılımın dışındadır. Bu oran küresel nüfusun yaklaşık %60'ına tekabül etmektedir. Ülkemizde ise bu oran asgari ücret, açlık ve yoksulluk sınırının altıda gelir elde eden nüfus baz alındığında % 80’ler civarındadır. Tüm dünyada ekonomik dışlanmış gruplar içinde en mağdur olanları maalesef kadınlar ve engelliler olarak görülmektedir.
Küresel bazda incelediğimizde ekonomik olarak dışlanmış kesimlerin yoksullukları göreceli ve gereksinimleri bölgeye ve ülkeye göre değişmekte olsa bile yapılması gerekenler benzerdir. Yani ‘Ekonomik demokrasiyi’ artırmak ve ekonominin ürettiği nimetleri daha adil bölüşmek ile mümkündür.
Bu itibarla, sorumlu üretim, sorumlu tüketim ve adil bölüşüm ancak sürdürülebilir kapsayıcı ve katılımcı kalkınma ile mümkündür:
Sürdürülebilir kalkınma, Endüstriyel transformasyon (Sanayi devrimleri 4.0-5.0), dijitalleşme, bilim-inovasyon ve girişimcilik tabanlı yeni işler yaratarak, gelirleri artırarak ve istihdam dostu politikalara daha fazla destek sağlayarak,
Yatırım-üretim kapasitesini artıran, maliyetleri düşüren, kaliteyi ve verimliliği artıran insan merkezli yapay zeka teknolojileri ve diğer akıllı sistemleri geliştirerek
Sürdürülebilirlik için temiz enerji ve yeşil dönüşüme geçişi hızlandırarak,
Daha üretim odaklı daha sosyal kapsayıcı daha katılımcı daha korumacı daha dayanıklı toplum, güçlendirilmiş ekonomi ve üretken yaşamlar inşa etmek önem arz etmektedir. Diğer taraftan, ekonomik katılımı artırmak için toplumun üretkenliğini ve üretimde verimliliği artırmak ayrıca önemlidir. Bir ekonomi ne kadar üretken ve verimli olursa o kadar kalkınır ve büyür. Özellikle, üretken yapay zekanın yükselişine katkı sağlayan, hızla adaptasyon yani entegre olabilen ekonomiler ve toplumlar için yeni teknolojik devrimler daha fazla gelir ve zenginlik anlamına gelmektedir.
Daha fazla üretkenlik, ar-ge-ileri teknoloji yatırımları, yenilikçi teknolojiyle geliştirilen inovatif ürünler, yenilikçi endüstriler, yeni iş modelleri çalışanlar yani emek açısından da aynı zamanda yüksek nitelikli iş gücüne geçiş ve yüksek maaşlar anlamına gelir. Mevcut işgücünün ve yetenek düzeyinin daha üretken sektörlere geçmesi için gereken becerilerin artırılması ancak teknik/teknolojik yetenek ve beceri kazandıran bilimsel eğitim ile mümkündür. Ayrıca, firmaların yetenek düzeyinin yani entelektüel sermayesinin güçlendirilmesinin yanı sıra İşletmelerde-Organizasyonlarda aynı zamanda cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kültürel çeşitliliğin artırılması olarak da ifade edilen ekonomik katılım yani ekonomik demokrasi daha iyi iş performansı ve rekabet avantajı yakalama boyutuyla da önem arz etmektedir.