Plastik Sektörü Yol Ayrımında: KOBİ Kalmak Çözüm Değil
Türkiye plastik sektörü Avrupa’nın üçüncü büyük sektörü durumunda. Kısa vadede ikinci sıraya çıkma imkanı var. Ancak, imalat sanayiinde ortaya çıkan temel sorunlar sektörü zorlamaya başladı. Üstelik, nispeten ilk yatırım maliyetinin düşüklüğü nedeniyle bugün pazar olan çok sayıda ülke ya hammadde avantajını kullanmak ya da küçük de olsa kendi pazarının düşük katma değerli&nb
Dünya Bankası ve Hazine Müsteşarlığı tarafından yapılan bir çalışma sunulduğunda, ekonomi dünyası içinde bulunan başta şirketler olmak üzere çok sayıda kişinin dikkatini çeken bir sonuca ulaşıldı: Türkiye’deki KOBİ’ler, benzer ekonomik koşullar altındaki çoğu ülkenin KOBİ’lerinden çok daha yavaş büyüyordu. Üstelik, Türkiye’deki KOBİ’lerin ölçeği, Avrupa ülkeleri dâhil, yakın çevresindeki ülkelerden çok daha uzun süre boyunca sabit kalıyor, bir üst basamağa bir türlü çıkamıyordu.
Olgunun nedenleri araştırıldığında -yaygın kanının aksine- ne yüksek işgücü maliyetleri, ne de iş ortamının uygun olmaması ana etkendi. En önemli sorun“finansmana erişim” ve buna neden olan “kayıtdışı” ana sorundu.
Ankete dayalı olarak yapılan araştırmada elde edilen yeni bulgular sonbahar aylarında yayınlanacak. KOBİ’lerin büyüyememesi sorununun “finansmana erişim”i takip eden nedenleri aslında tanıdık yapısal sorunlar. Araştırmaya göre ilk 5 öncelikli sorun finansmana erişim (yüzde 25,9), vergi oranları (yüzde 18,2), siyasi istikrarsızlık (yüzde 17,5), kayıt dışılık (yüzde 14,7), eğitimsiz işgücü (yüzde 9,1) olarak ölçülmüş. Finansmana erişim sorunu içinde kayıt dışılığın etkisi de dikkate alındığında ise işletmeler açısından “şapkayı önüne alıp düşünmenin zamanı” geldiği bir kez daha görülüyor.
Türkiye plastik sektörü, Avrupa’nın üçüncü büyük üretim kapasitesine sahip. Gerek oldukça büyük iç pazarda, gerekse uluslararası pazarda güçlü bir yer edindi. Bütün bu olumlu gelişmelerle beraber, üretim hacmi bazında küresel oyuncu seviyesine gelebilmiş şirket sayısının sınırlı kalması, plastik işleme makineleri ve hammadde üretimi gibi iki temel alanda uluslararası arenada rekabet gücünün zayıflaması da bir soru işareti olarak ortaya çıktı. Her iki alanda da sektörün istikrarlı biçimde yatırım-üretimini destekleyecek bir yapı kurulamaması, sorunun uzun dönemde de sektöre etki edeceğini gösteriyor. Gelinen noktada sağlanan başarının “sürdürülebilirliği” konusu tartışmaya değer unsur olarak ortaya çıktı. Türkiye plastik sektörü gelecekte; üretimde büyümesini sürdürebilecek mi?, küresel rekabet ortamında gerek dış pazarda, gerekse iç pazarda büyümesini sürdürebilecek mi?
Plastik sektörü genel imalat sanayii sorunlarından bağımsız değil
Dünya Bankası-Hazine Müsteşarlığı çalışmasında, Türkiye’deki KOBİ’lerin rakip ülkelere kıyasla çok yavaş büyüdüğü, bununla kalmayıp, mikro işletmeler ile büyük şirketlere göre de yavaş büyümesi anlamlı bir bulgu olarak değerlendirildi. Aynı araştırmada, başta AB olmak üzere diğer ülkelere kıyasla Türkiye’deki KOBİ’lerin daha yaşlı olduğu, yani daha uzun süre büyüyemeyerek KOBİ kaldığı tespitine yer verildi. Bu olguya yönelik değerlendirmede, “Türkiye’deki KOBİ’lerin daha yavaş büyümesi mevcut politikaların ve düzenlemelerin bozucu etkisinin KOBİ’ler için diğer mikro veya büyük şirketler için olduğundan daha fazla olabileceğini göstermektedir. KOBİ’lerin bu politikaların etkileri ile mücadele etmede ne büyük şirketlerin kapasitesine ne de mikro şirketlerin esnekliğine sahip olduğu görülmektedir. Finansmana erişimdeki sorunlar, KOBİ’lerin büyümesi önündeki en önemli engel olarak görülmektedir. Ekonometrik analiz sonuçları, yatırımlarda yüzde bir oranında dış finansman kullanımındaki artışın istihdamı yüzde 0,3
oranında arttırdığını göstermektedir. Daha da önemlisi, finansmana erişim sorununu destekler nitelikte, Kredi kullanımındaki artışın istihdam üzerinde yüzde 33’lük bir olumlu etki yaptığı tahmin edilmektedir” değerlendirmesi yapıldı.
Plastik imalatı ne ister?
Plastik sektöründe herkesin yanıtını bildiği bir soru var: Plastik sektörü nereye yerleşir? Yanıt -sektör için malum ama herkes için vermekte yarar var- plastik sektörü ya hammaddenin ya da pazarın olduğu yere yerleşir. Türkiye pazar açısından büyük fi rmaların faaliyetlerini sürdürecek, KOBİ’lerin de büyümesini sağlayacak büyüklüğe sahip. Üstelik bu pazar, sadece tüketime yönelik genel ürünleri değil, gelişmiş ülkelerin hayal edemediği, gelişmekte olan ülkeler içinde ise en cazip koşulları sunan başta inşaat olmak üzere, otomotiv, kahverengi-beyaz eşya üretiminde kullanılan mühendislik plastikleri için de önemli bir potansiyele sahip. Üstelik ülkedeki genç nüfusun yarattığı demografik fırsatlar ekonominin ve buna paralel olarak da plastik sektörünün büyüme potansiyelinin –doğru adımlar atıldığı takdirde- yüksek olduğunu gösteriyor.
Plastik sektörü için Türkiye’de “olmayan” ise hammadde. Üstelik hammadde sorunu sektörün “yapısal sorunlarından biri” haline gelmiş durumda. Sektörün hammadde bağımlılığı 2012 itibariyle yüzde 87 olarak gerçekleşti. Birkaç puanlık oynamalar dışında son yıllarda hemen hep aynı oran gerçekleşti. Üstelik orta vadede bu bağımlılığı giderecek bir çözüm de görünmüyor. PETKİM’in STAR rafi nerisi gelecek dönemde hammadde üretimine imkân verecek nafta üretimi konusunda en heyecan verici yatırım. Ancak orta vadede bu yatırımı takip eden yeni üreticiler gerekiyor. Bu yönde yatırım yapabileceğini ilan eden bir şirket ise henüz görünmüyor.
Türkiye plastik sektörünün gelişmesi için gerekli olan ve yukarıda bahsedilen “iki şarttan” birinde güçlü, diğerinde ise “çok zayıf” olması sektörün doğru politikalar eşliğinde sürdürülebilir yüksek bir büyümeyi sağlayabileceğini, tersi durumda ise ciddi bir tehditle karşı karşıya kalabileceğini gösteriyor.
Türkiye plastik sektörü bölgede rekabet baskısı altında
İmalat sanayinin geneline yayılan sürdürebilirlik sorunu yanında, Türkiye plastik sanayii son dönemde gösterdiği ihracat ve üretim performansıyla bazı tehditlerle de karşı karşıya. Yapısal sorunlar arasında bulunan, enerji, hammadde, işçilik, finansmana erişim sorunları dışında, çevre ülkelerde plastik sektöründe başlayan yatırımlar kısa-orta vadede sektörü zorlayacak gibi görünüyor. Sektörün deneyimli isimlerinden Kemal Zorlu, son dönemde başta Avrupa ülkeleri makine üreticileri olmak üzere, çok sayıda makine üreticisinin küresel krizde yaşayabilmek için kendi ülke desteklerini ve fi nansman güçlerini kullanarak çevre ülkelere uygun koşullarda makine satışı yarışına girdiklerini hatırlatıyor. Zorlu, “Bu makineleri alanlar kısa süre içinde üretim yapmaya başlayacaklar. Eğer katma değerli ürünlere geçiş olmazsa, bugün ihracatı yapılan çok sayıda ürünün şans bulması zorlayacak” görüşünü vurguluyor.
Elbette, Türkiye hala plastik ürün imalatında bölgenin en güçlü ülkelerinden biri. İhracat pazarlarında zorlanarak da olsa rekabet etmeyi başarıyor. Bölgenin altyapı yatırımlarına ve tüketime yönelik plastik ürün talebi devam ettiği sürece ihracat için bir potansiyel bulunuyor. Türkiye pazarının gelişmeye açık olduğu söylenebilir. Buna karşılık, Türkiye’ye yönelik son dönemde başta inşaat-mühendislikplastikleri olmak üzere yabancı şirketlerin girişi de olumlu bir gelişme sayılabilir. Türkiye’nin gelecek dönemde üretim gamında yüksek katma değerli ürün sayısını arttıramaması özellikle ambalaj başta olmak üzere tüketime yönelik sektörlerin ihracat pazarlarında rekabet ettiği yerli üreticilere karşı avantajını yitirmesine yol açacak nitelikte gelişmeler.
Sektörü kısa-orta vadede etkileyecek bir diğer konu da hammadde açısından avantajlı birçok ülkenin kendi ülkelerinde plastik imalatını desteklemeleri. Daha önce plastik imalatında herhangi bir deneyimi olmasa da bu konuda hızlı bir ilerleme sağlama potansiyeli bulunan bu ülkelerin, Türkiye’nin aksine çok uygun maliyetli hammaddeye erişiminin kolay olmasının hem dış pazarda, hem de bu ülkelere yapılan ihracatta Türkiye’yi zorlayabileceği belirtiliyor.
Rekabette ölçek sorunu çözülmeli
Türkiye plastik sektöründe en ağırlıklı sorunlardan biri de ölçek ekonomisi olarak ortaya çıkıyor. Hatta Türkiye özelinde sürdürülebilirliğin temel parametreleri arasında gösteriliyor. Sektörde irili-ufaklı 14 bin firmanın olduğu tahmin ediliyor. Buna karşılık, İSO tarafından açıklanan ilk 500 fi rmada 18, ikinci 500 fi rma sıralamasında ise 26 plastik sektör temsilcisi bulunuyor. Avrupa’da büyüklük baz alındığında üçüncü büyük plastik sektörüne sahip olan Türkiye için bu rakamlar oldukça düşük. Şirketlerin yeterince büyük olmaması, üstelik hem doğal, hem de başta ikinci el makine ithalatı olmak üzere uygulama kaynaklı ilk yatırım maliyetindeki düşüklük nedeniyle sektöre girişler artıyor. Plastik sektöründeki kapasite kullanım oranının yüzde 72.1 ile ülke genelinin 2 puan altında kalması, sektörün potansiyelinin altında üretim yaptığı tezini doğruluyor.
Sektör temsilcileri bu konuda yeni bir yaklaşım belirlenmesi gerektiği görüşünde. PAGDER Başkanı Hüseyin Semerci, sektörel sivil toplum örgütlerinin ağırlıklı olacağı bir süreç oluşturulmasını öneriyor. Semerci’ye göre, sektöre girişlerde izin ve ruhsat süreçlerinde sektörün görüşlerinin alınması ve gerekirse izin verilmemesine yönelik bir mekanizmanın ortaya konulması için temel çerçeve oluşturulmalı.
Sektörün yapısal sorunu: Hammadde
Türkiye plastik sektörünün önündeki en önemli sorunlarından birini yüksek ithalat bağımlılığına bağlı olarak istikrarlı hammadde tedariği oluşturuyor. Sektörün yüzde 80-90 aralığında seyreden hammaddede dışa bağımlılığı, aynı zamanda maliyetleri kontrol etmekte zorlanması anlamına geliyor. Sektör, gerek kur, gerekse küresel piyasalardaki dalgalanmalardan kontrol edemediği biçimde etkileniyor. Sürdürülebilirlik açısından istikrarlı hammadde tedarik programlarında çeşitli öneriler ortaya çıktı. Bunlardan ilki, sektörün yerli hammadde yatırımları yapması. Ancak oldukça pahalı olan bu yatırımlara yönelik girişim sınırlı. PETKİM’in Türkiye’nin ihtiyacının altında bir kapasiteyi işaret eden mevcut yatırımının toplam tutarı dahi 6,6 milyar TL olarak ilan edilerek teşvik belgesine bağlandı.
Plastik imalat sektörü hammadde sorununda kısa vadede ithal maliyetlerinin ucuzlatılmasını talep ediyor. Bunların başında, sektörün gelişmesini sağlayacak biçimde ithal ürünler üzerindeki vergilerin yeniden ayarlanması geliyor. Hammadde üreticileri ise Türkiye pazarının gereğinden fazla liberal olduğunu, bu yapının olası yerli girişimcilerin yatırım yapmaktan kaçınmasına yol açtığını, yabancı sermayeli mevcut üreticilerin de güçlü bir iç pazar olan Türkiye’ye yatırım yapmaktansa bu liberal uygulamaları kullanıp ürün satmaya sevk ettiğini öne sürüyor.
Ancak sorun, sadece sektörün değil, toplam olarak Türkiye’nin sorunu niteliğine dönüşmüş durumda. Zira, ürün bazında dış ticaret fazlası veren Türkiye, hammadde dahil sektörün tamamı dikkate alındığında ciddi bir dış ticaret açığına giriyor. Nitekim sektör mamul bazında 2012 sonunda 1.4 milyar Dolar fazla verirken hammadde ithalatı 5.6 milyar Dolara ulaşmış durumda. Sektörün hammaddede dış ticaret açığı ise 2012 sonunda 5 milyar 24 milyon Dolar olarak gerçekleşti. Üstelik yerli üreticilerin ihracatları düşülerek, üretim dışı bakıldığında yurt içi tüketimin yüzde 96’sının ithal ürünlerle karşılandığı bir manzara görüldü.
Sektör temsilcileri kısa vadede, ortak hammadde tedarik programları ile bu soruna çözüm geliştirme için çalışıyor. Bu kapsamda, PAGDER, BURPAS ve EGEPLASDER sektör görüşlerini toplamaya başladı. Kısa vadede bir diğer çözüm önerisi ise yabancı sermayenin Türkiye’ye yatırım yapmasının özendirilmesi yönünde. Bu yolla katma değerin bir kısmının ülke içinde kalması ve özellikle küresel dalgalanmalaranispeten dayanıklı istikrarlı bir fi yatın ortaya çıkması. Sektördeki bir diğer çözüm önerisi ise yerli üretimin desteklenmesi için yatırım teşviki yanında, başta PETKİM olmak üzere Türkiye’de üretim yapacak fi rmalara işletme döneminde de teşvik uygulanması.
Sektörün geleceği: Yenilikçilik ve yüksek katma değerli ürünlere geçiş
Plastik sektörü, bugüne kadar AR-GE ve yenilikçilik süreçlerinin hemen hemen dışında kaldı. KOBİ’lere yönelik KOSGEB ve TÜBİTAK programları dışında genel AR-GE teşvikleri
sektör açısından amacına ulaşamıyor. Genel teşvikler için getirilen, AR-GE merkezlerinde en az 50 kişinin çalıştırılması şartı KOBİ’ler açısından karşılanması neredeyse imkansız bir koşul. Çevre ülkelerde pazarlara girişte yerel rekabetle karşılaşmama, en az üretim kadar önemli olan nakliyat giderleri nedeniyle Türkiye’yi büyük üretici olarak sayılabilecek Uzakdoğu ülkelerinden rekabette korudu.
Ancak sektör yetkililerine göre bu rekabet koşulları değişiyor. Türkiye’nin geleneksel pazarı arasında yer alan ülkelerde de düşük katma değerli ürünlere yönelik yatırımlar hızla devreye alınıyor.
Sektör yetkilileri, AR-GE süreçleri ve yenilikçi ürünlerin sektörün en önemli dinamiği olduğu görüşünde. Sadece yerli olarak bu teknolojilere ve know-how’lara sahip olmak değil, yüksek katma değerli ürünlerin ağırlık kazanacağı bir sektör yapılanması öneriliyor. Sektörün 2012 sonu itibariyle ihracat birim fiyatı, kg başına 2.951 Dolar olarak hesaplanıyor. Buna karşılık, ithal ürün birim fi yatı ise 5.242 Dolar olarak belirlendi. Türkiye plastik sektörünün yüksek katma değerli ürünlerde ihracat hedefi bir yana, henüz iç pazara da tam hakim olmadığı gözleniyor.
Sektör temsilcileri bu konuda yeni bir sürecin başlatılması görüşünde. Sadece geleneksel plastik ürünlerde değil, kompozit başta olmak üzere yeni polimer teknolojilerinin ve ürünlerin de kazanılması yönünde. Başta otomotiv olmak üzere, havacılık, savunma sanayii, elektrik-elektronik sektörlerinde kümelenmeye dayalı bir yapılanma öneriliyor. Bu
konuda mevcut teknoloji ve know-how kazanımı yanında, AR-GE ile kendi yetkinliklerinin de artırılması gerektiği belirtiliyor.
Yüksek katma değerli ürünlere geçiş ve AR-GE süreçlerinin işletilmesinde bir diğer gereklilik ise polimer-plastik teknolojilerinin ikame gücünün bütün dünya tarafından kabul görmesi. Doğal kaynakların azalması nedeniyle, ucuz olması, istenildiği kadar çoğaltılabilmesi, yüksek geri dönüşüm imkanı nedeniyle plastik ve diğer polimer ürünler hemen hemen bütün sanayi ürünlerine yönelik araştırmalara konu ediliyor.
Sektör sürdürülebilirliği için kamuoyu desteği
Sektörün sürdürülebilir gelişmeye ulaşması için yönetilmesi gereken bir diğer alan da kamuoyu algısı olarak ortaya çıkıyor. Son dönemde bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sağlık açısından plastik ürünler hakkında olumsuz bir algı hakim duruma geldi. Ancak, üretim süreçlerinde en çevreci ürün olarak ortaya çıkan plastiğin, tüketim sonrası vahşi depolama nedeniyle çevreyi en fazla kirleten ürün olarak algılanması, standart dışı üretimler nedeniyle sağlık konusunda eleştirilmesi sektörün gelişmesi önündeki engellerden biri olarak ortaya çıkıyor. Oysa, başta Avrupa Birliği olmak üzere ekonomi yönetimlerinin tamamı gıda ve diğer sağlık ürünlerinde plastiği teşvik ediyor.
İmalat sanayiinin baş belası: Kayıt dışılık
Türkiye kayıt dışı ekonomisinin boyutu, son çalışmalarda yüzde 33 olarak ölçüldü. Maliye Bakanlığı’nın Viyana Üniversitesi’ne yaptırdığı araştırmada bu sonuca ulaşıldı. Ancak,
imalat sanayiine yönelik özel bir ölçüm yapılmadı. Hizmetler ve tarım sektörleri dahil ölçülen kayıt dışı ekonomi boyutunda kimi hesaplar yüzde 45’lere kadar çıkıyor.
İmalat sanayiine yönelik tek veri, Dünya Bankası tarafından yapılan araştırma. Türkiye’de firmaların yüzde 30’u, “kayıt dışı çalışan işletmeler nedeniyle haksız rekabete uğradığını” belirtiyor. İlk akla gelen sonuç, “kayıtlı çalışan firmaların şikayetçi olduğu varsayımı altında” kayıt dışılığın imalat sanayiinde de çok ciddi boyutlara ulaştığı.
Plastik sektörü açısından ise kayıt dışı üretim ile birlikte standart dışı üretim ciddi bir sürdürülebilirlik tehdidi olarak ortaya çıkıyor.
Son dönemde özellikle çocuklara yönelik sağlıksız olduğu tespit edilerek toplatılan ürünlerin (her ne kadar büyük çoğunluğu ithal olsa da) plastik olması sektöre yönelik olumsuz algıyı güçlendiriyor. Üstelik kayıt dışı üretim sektörün “büyüyememesine neden olan unsurların” başında geliyor.
Aslında, işletmeleri kayıt dışı kaldığı için “para kaybettiğine” inandırmak oldukça güç. Bu konuda ekonomik analiz, TÜSİAD, Merkez Bankası ve Dünya Bankası-Hazine Müsteşarlığı tarafından yayınlanmış durumda. Yapılan bütün analizlerde Türkiye’deki kayıt dışılığın işletmelerin önündeki en önemli engel olduğu ortaya çıkmış durumda.
Kayıt dışı kalmak şirketleri birkaç yönden geri bırakıyor. İlk etapta işletmeler para kazanıyor görünse de yatırımlarını ve pazarlama faaliyetlerinin tamamını özkaynakla finanse
etmek zorunda kaldıkları için teknolojik ve pazar gelişmelerinin tamamının dışında kalıyorlar. Bu da işletme sahiplerini yatırım yerine, gelire öncelik vermeye dolayısıyla işletmenin büyüyememesi sorununu doğuruyor. Şirketler, finans kuruluşlarının risk iştahı olduğu dönemde fi nansman sağlayabiliyor. Ancak burada da Türkiye’nin klasik “teminat sorunu” ortaya çıkıyor. Şirketler, teminat gösterebilmek için gayrimenkul alımlarına, dolayısıyla yatırıma yönlendirilebilecek kaynakların atıl kalmasına veya daha yüksek faiz yükü üstlenmeye yönlendiriyor. Kalkınma Bakanlığı tarafından yayınlanan bir uzmanlık tezinde, bankacılık sektörü için uygulamaya giren ve bugünlerde 3. Kademe katılaştırma önlemleri tartışılan Basel II sürecine yönelik “Basel II sisteminde KOBİ’lerin yüksek bir derecelendirme notuna sahip olmasında, kurumsal yönetişim ilkelerini benimsemeleri, kayıt dışı faaliyetlerinin olmaması, güçlü bir mali yapıya sahip olmaları ile bankalarca ve derecelendirme kuruluşlarınca talep edilen verileri zamanında ve doğru bir şekilde temin edebilmeleri gibi faktörler belirleyici olacaktır.” görüşü vurgulanıyor.
Sektöre yönelik kapsamlı bir dış ticaret stratejisi
Plastik sanayiine yönelik olarak kapsamlı bir dış ticaret stratejisi de beklentiler arasında. Sektörün mevcut ihracat pazarlarını koruması yanında, gelişimini sürdürebilmesi için yüksek katma değerli ürünlere geçiş süreciyle birlikte etkili bir dış ticaret stratejisinin de uygulanması gerekiyor. Türkiye’nin mevcut sanayileşme stratejisi dış ticaretten bağımsız olarak ortaya konuldu. Son dönemde teşvik sisteminin içine alınan yüksek dış ticaret açığına-cari açığa yol açan ürünlerde yerli üretimi artırma amaçlı stratejik ürünler bölümü bir miktar bu yaklaşımı içerse de temel amacı dış ticaret açığını düşürme olarak ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin gelecek dönemde ürün sattığı ülkelerde yarı mamul ve mamul üretimi ile karşılaşmasıyla ortaya çıkacak süreci yönetmesi gerekiyor. Sektör önerileri bu çerçevede, teknolojik yoğunluğu yüksek ürünlere teşvik verilmesinde hemfi kir. Sektörün bu alandaki diğer önerisi ise küresel ölçekte yüksek büyüme projeksiyonuna sahip ürünlerin ön plana çıkartılması. Elektronik cihazlar, havacılık, savunma sanayindeki ileri teknoloji ürünler ilk akla gelen sektörler olarak ortaya çıkıyor.
Eğitim ve uluslararası regülâsyonlar
Plastik sanayii, imalat sanayii sorunları içinde bulunan yetişmiş eleman konusunda da sıkıntıyı yaşıyor. Gelecek dönemde yetenekli ara elamanlar kadar, yetenekli mühendisler ile işletmeci ve ekonomistler de sektör açısından kritik unsurlar olarak ortaya çıkıyor. Birçok ülke polimer-plastik teknolojilerine odaklanmış lisans ya da lisans üstü eğitim kurumlarına sahip durumda ancak Türkiye’de meslek yüksek okulu seviyesinde ara eleman açığı dahi henüz kapatılmış değil. Sektörde şu ana kadar da teknokentlere yatırım yapmış, kendi AR-GE birimini kurmuş ve üniversite-sanayi işbirliği içinde yatırım yapmış şirket sayısı sınırlı. Sektörün gelecek dönemde uyum sağlaması gereken en önemli unsurlardan biri de uluslararası regülasyonlar olarak görünüyor. Başta REACH olmak üzere Avrupa Birliği ve sektörün diğer güçlü ülkelerinin kendi pazarlarını da korumayı amaçlayan regülâsyonlarına uyum sektörün en öncelikli sürdürülebilirlik unsurlarından biri olarak gösteriliyor.
Sektör, ani karar değişikliklerinin etkisi altında
Bütün iş dünyası gibi, plastik sektörünün de sürdürülebilirliğinde politik istikrar en öncelikli konular arasında. Ülkenin siyasi olarak istikrarlı dönemlerinde plastik sektörü de önemli ivme kazandı ve genel ülke büyümesinin üzerinde seyretti.
Ancak, sektör politik-ekonomik istikrardan ani karar değişiklikleri nedeniyle yeterince faydalanamadı. Bunlardan ilk akla gelen olgu, sektörün yüksek katma değerli ürünlere geçişe ihtiyacı olduğu ve kendine özgü düşük kar marjlı ürünlerde rekabet gücünü korumak için sürekli yenileme yatırımları yapması gereken ortamda sektör yatırımlarının teşvik dışında kalmasıyla ortaya çıktı.
Sektörün bölgesel-sektörel teşvik kapsamından çıkmasının ardından tek alternatif 6. bölgede yapılacak yatırımlarla organize sanayi bölgeleri olarak ortaya çıktı. Ancak 6. bölgedeki pazarın küçüklüğü, yüksek nakliyat giderleri nedeniyle 6. bölgede üretim yapılsa dahi diğer pazarlara ulaştırmada teşvik avantajının ortadan kalkması, organize sanayi bölgelerinde arsa fiyatlarının plastik sektöründe yatırımı uygun maliyetli kılacak bedelden daha yüksek olması sektörü zorladı. Ancak son dönemde plastik sanayicileri özellikle arsa maliyetlerini aşağı çekebilecek OSB girişimlerinde bulunabildiler.
Sektörün ani karar değişikliklerine yönelik sorunlarından biri de hammaddede ortaya çıktı. Belirli ülke gruplarına yönelik sektör ile istişare edilmeden alınan hammaddeye ek vergi uygulaması sektöre yıllık 300 milyon Doların üzerinde ek yük getirdi.
Sürdürülebilirlik açısından son dönemde yaşanan karar süreçlerinde istikrarsızlık, sektörün karar vericilere yeterince ulaşamadığı sonucunu da akla getirdi. Kimya sektörü içinde ele alınan plastik-kauçuk sektörünün TOBB nezdinde bağımsız bir meclis olarak örgütlenmesi, oda ve borsalarda daha ağırlıklı ve etkin temsili için girişimlere başlandı. Ayrıca, sektörün karar verici organlara doğrudan lobi faaliyetleri konusunda ihtiyaç da yoğunlaştı.
Haberin Kaynağı : PLASFED DERGİSİ
21.01.2014