Nilgün Yalım Eren
Rezonans Kanunu (2.Bölüm)
“Kalbimizle dünyayı değiştirebiliriz.”
Pierre Franckh (1953- )
Pierre Franckh, 1953 yılında Heilbronn, Almanya'da dünyaya gelmiştir. TV dizilerinde oyunculuk ve yönetmenlik yapmış, 1996’dan itibaren yazarlığa ağırlık vermiştir. 2004’te yayınlanan Glücksregeln für die Liebe (Aşk için iyi şanslar) adlı kitabı, Stern dergisinin en çok satanlar listesine girmiştir. İki milyonun üzerinde tirajı ile Pierre Franckh, ezoterik edebiyat alanında en başarılı Alman yazarlardandır. Kitapları 21 ülkede yayınlanmış olup, kendisini kitaplarına ve derslerine adamıştır.
İnançlarımız Dış Dünyamızı Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor?
İki şekilde yanılgıya düşeriz. Ya gerçek olmayan bir şeye inanırız, ya da gerçeğe inanmayı reddederiz.
S. Kierkegaard
Diğerlerinden ayrı olduğumuz bilinci ile büyüdük. Biz ve dünyanın geri kalanı birbirimizden ayrıydık. Farklı eşyalara ve olaylara “tesadüfen” denk geliyormuş gibiydik. Oysaki modern bilimin görüşleri son yıllarda tamamen değişime uğradı. Günümüzde bu düşüncenin tam tersinin doğru olduğunu biliyoruz. Birbirimizden ayrı değiliz! Her şey birbirine bağlı ve her şey birbirini etkiliyor.
1995 yılında Rusya Bilim Akademisi’nde, V. Poponin ve P. Gariaev liderliğinde yapılan çalışmalar bir dönüm noktası oldu. Deney ABD’de tekrar edildikten sonra yayınlandı.
Poponin ve Gariaev foton denilen ışık partiküllerinden hareketle DNA’nın özelliklerini araştırmak istiyorlardı. Bu araştırmada, deney tüpünün içindeki tüm havayı çekerek bir boşluk oluşturdular. Tam manada bir boşluk oluşturmanın mümkün olmadığını biliyoruz. Çünkü her yerde ancak özel aletlerle ölçülebilecek fotonlar bulunur. Bu araştırmada da tüpün içinde aynı fotonlar keşfedildi. Fotonlar boşlukta düzensiz bir şekilde dağılıyordu.
Bir sonraki aşamada tüpün içine bir insandan alınan DNA örneği koyuldu ve çok şaşırtıcı bir şey meydana geldi: DNA tüpün içine koyulduğunda foton partikülleri farklı bir dizilime geçti. DNA’nın fotonlar üzerinde direkt etkisi vardı. DNA sanki görünmez bir güçle tüpteki fotonları düzenli bir şekle sokuyordu.
Böylece insan DNA’sının dış dünyayı doğrudan etkilediği kesinleşmiş oldu.
Geleneksel fizikte böyle bir olay daha önce gözlenmemişti. Fotonlar, daha önce açıklaması olmayan bir tavır sergiliyordu. Bu keşif çok heyecan vericiydi ve devrim niteliğindeydi. Tüpün içinden DNA alındığında, fotonların bozulması bekleniyordu. Ancak tam tersi oldu ve fotonlar sanki DNA hala oradaymış gibi düzenli şekillerini korudular.
Fotonlar ve DNA fiziksel olarak birbirlerinden ayrı olsalar da birbirlerine bağlıydılar. Kuantum fiziği bu alanı “kuantum alanı” olarak adlandırır. Boş gibi görünen bu alanda milyarlarca bilgi dalgalar halinde yayılır ve yer değiştirir.
Sıkça dokunmuş bir ağ gibi işleyen bu enerji alanı, iç ve dış dünya arasında bir tür köprü oluşturur. Tıpkı ses dalgalarının havada yayılması gibi, bizim açığa çıkardığımız inanç ve düşünce enerjisinin de dünyaya yayılabilmesi için bir ortama ihtiyacı vardır ve bu ortam da kuantum alanıdır.
Bu enerji alanı, her şeyle ve herkesle bilinçli veya bilinçsizce ilişki halinde olmamızı sağlar. Bu süreçte, “alıcının” bize olan uzaklığı (ister yanımızda ister dünyanın öbür ucunda olsun) önemli değildir. Meydana getirilen ve etrafa yayılan rezonans alanı, o kişi bu durumdan haberdar olmasa bile, bulması gereken insana mutlaka ulaşır.
Hücrelerimizi Düşünce Gücüyle Etkileyebilir miyiz?
Dünyanın gerçeklerini onlardan kaçarak yakalayamayız. A.Huxley
HearthMath Enstitüsü, 1992-1995 yılları arasında saf duyguların DNA’mız üzerindeki etkisini keşfetti. Bu etkiyi anlamak için bilim insanları Glen Rein ve Rollin McCraty, insan DNA’sı üzerinde araştırmalara başladı. İlk önce insan DNA’sını bir deney tüpü içine yerleştirdiler. Ardından DNA çok güçlü duygulara maruz bırakıldı. Sonuçlar çok etkileyiciydi. Daha önceki fizik kurallarına göre var olması mümkün olmayan bir şeyi gözlemlediler. Teste katılan kişiler sadece duyguları ile tüpteki DNA’nın moleküllerini etkileyebildiler.
Bunu bizim anlayışımızla kavramak kolay değildir. Çünkü günümüz bilimi, DNA’nın değişmez olduğunu söyler. Ama artık DNA’nın değiştirilebilir olduğu ve en küçük enerji titreşimlerinin bile onu etkileyebildiğini belirtmek gerek!
Çok derin bir sevgi hisseden insanlar, kendi DNA’larının şeklini değiştirebilirler.
Daha sonra HIV pozitif olan hastalarla araştırmalar gerçekleştirildi. Minnet, şükran ve sevgi duyguları hissedenlerin bu duyguları hissetmeyenlere kıyasla 300 bin kat daha güçlü bir bağışıklığa sahip oldukları görüldü.
Siz neye inanıyorsunuz? Sizin inancınız her şeye yön veren güçtür. Kendinize inanın ve bu sayede hayatınızın yönünü değiştirin.
Düşüncelerimizin Gücüyle Çok Uzaktaki Bir DNA’yı Değiştirebilir miyiz?
Problemleri, onlara sebep olan aynı düşünce yapısı ile asla çözemeyiz. A. Einstein
Sadece düşünce gücü ile DNA’mızı değiştirebilmek birçok bilim insanını derinden sarstı. Dünya artık şimdiye kadar inandığımızdan daha farklı bir şekilde işliyor.
Bir başka deneyde, Amerikan ordusunun emriyle bilim insanları doksanlı yılların başında, duygularımızın vücudun dışında, hatta çok uzağında bulunan canlı hücreler üzerinde bir etkisinin olup olmadığını araştırdı.
Aslında şüpheliydiler, çünkü fizik alanındaki eski düşüncelere göre bu imkansızdı. İnsan vücudundan ayrılan organların, kemiklerin, derinin ya da dokuların o kişi ile bir bağının kalmayacağına inanılıyordu.
1993 yılında Advances dergisi, ordunun yaptığı bu deneyin sonuçlarını açıkladı. Bu deneyde katılımcıların ağızlarından DNA örnekleri alındı ve dış ortamdan izole edilip, başka bir yere götürüldü. Tasarlanmış özel araçlar sayesinde, farklı kişilere ait DNA’ların o kişiler çok uzakta olsalar bile onların hislerine göre değişiklik gösterip göstermeyecekleri teyit edilmek isteniyordu.
Katılımcılarda farklı hisler uyandırabilmek için onlara farklı fotoğraflar gösterildi. Bu fotoğrafların kimi savaşla ilgili, kimi komik, kimi de şiddet içeren sahnelerle doluydu. Bilim insanları daha önce kabul edilen fizik yasalarına aykırı bir şeyi gözlemlediler. Katılımcılar bir şey hissettiğinde, onlardan ayrı olan DNA’ları da katılımcılardan hiç ayrılmamış gibi davranmıştı.
Bir atom saati kullanılarak duyguların yayılması ve DNA’nın tepki vermesi arasındaki zaman farkı ölçüldü ve bu iki olayın aynı anda gerçekleştiği anlaşıldı! Evet her şey tam anlamıyla aynı zamanda gerçekleşiyordu. En ufak bir gecikme yoktu.
Günümüzde, zaten bahsedilen ve bilinen bu enerji alanının (matriks, kuantum alanı) tüm duygu ve düşüncelerimizin iletiminden sorumlu olduğuna ikna olmuş haldeyiz ve bu tepki ışık hızından bile daha hızlı gerçekleşiyor!
Deneylere katılan Dr. J. Thompson şu bulguyu ortaya koydu:
Bir bedenin başladığı ve bittiği kesin bir nokta yoktur.
Bu rapordan sonra Moskova’daki Pavlow Psikoloji Enstitüsü, Amerikalı meslektaşlarının bulgularını doğrulayan deneyler gerçekleştirdi.
Bütün bunlar bize düşüncelerimizin ve hislerimizin gücü ile DNA’mızı etkileyebileceğimizi göstermektedir.
Bu elbette harika bir bilgi. Çünkü eğer DNA’mızı etkileyebiliyorsak ve DNA’mız da kuantum alanı sayesinde dünyadaki her şeyle bağlantılı ise Rezonans Kanunu sayesinde sahip olmak istediğimiz her şeyi hayatımıza getirebiliriz. Aslında farkında olmasak da bunu zaten yapıyoruz.
İç dünyamızda sahip olduğumuz düşünceler, dış dünyada da bizi bulacaktır.
İstediğimiz sonuçlara ulaşmayı arzuluyorsak, düşüncelerimizi gözlemlemeye ve onları kontrol etmeye başlamalıyız, çünkü düşündüğümüz her şey bir rezonans alanı yaratır. Olumlu düşünen olumlu sonuçlara ulaşır.
İçinizde yer alan yaratıcı gücü hatırlayın ve bunu kendi iyiliğiniz ve herkesin iyiliği için kullanın.
Kaynak: Pierre Franckh/Rezonans Kanunu/Koridor Yayıncılık/İstanbul, 2021