Silivri Fabrikalar Bölgesinde Bir “SARAY MÜZESİ”!
Müzede Roma, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait armatür ve yemek araç-gereçleri yer alıyor.
Silivri Fabrikalar Bölgesinde Bir “SARAY MÜZESİ”!
Armatür Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve Turaş Gaz Armatürleri Yönetim Kurulu Başkanı Gökhan Turhan, müze kurarak Silivri-Selimpaşa’daki gaz armatürleri fabrikasını adeta bir saray müzesine çevirdi. Müzede Roma, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait armatür ve yemek araç-gereçleri yer alıyor. 2006 yılından bu yana farklı yerlerden topladığı, özellikle Osmanlı döneminin çeşitliliğini ve estetiğini yansıtan mutfak eşyalarını sergiliyor.
Roma, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait armatür ve yemek araç gereçlerinin yer aldığı müzede; günümüze ulaşan ve gündelik hayatta kullanılan tombak yemek kapları, fincan zarfları, lengerler, ibrikler, buhurdanlar, gülabdanlar, el fenerleri, şamdanlar ve Anadolu-Rumeli yemek kültürü, yeniçeriler ve saray mutfağı araç gereçleri gibi değerli parçalar yer alıyor. Müzede, 2. Abdülhamit’e ait fincanlar da bulunuyor.
Gökhan Turhan 2006 tarihinden itibaren Ayasofya’ya bağlı resmi koleksiyoner.
“1.200’den fazla kayıtlı envanterden ve 4 binden fazla çalışma eserinden oluşan Osmanlı döneminin her bölge ve dönemlerini yansıtan dünyanın en kapsamlı koleksiyonuna da sahip bulunuyor.
Müzenin en ilginç yönü ise 1.500’den fazla musluğun sergilenmesi. Bu da müzeyi dünyanın en büyük armatür müzesi konumuna taşıyor.
Koleksiyon, başlangıçta başında bulunduğu şirket ekipmanları ile paralel olarak musluk toplanarak başlamıştır. Roma, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinden kalma çeşme, fıçı, şerbet, sebil, havuz lülesi, şadırvan musluğu gibi çeşitli dönem ve ihtiyaçlara ait musluklar koleksiyonda bir araya getirilmiştir. Ardından ilgi ve beğeni, yapılan işten de yola çıkarak mutfak malzemeleri konusuna yönelmiştir.
Mutfak malzemeleri de tıpkı musluklar gibi Selçuklu, Beylikler, Memlük, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini kapsayan geniş bir dönemi kapsamaktadır. Koleksiyonda yer alan mutfak malzemeleri ağırlıklı olarak Osmanlı dönemine tarihlenmektedir. Mutfak eşyaları, en fazla bakır malzeme olmak üzere pirinç, bronz, demir, gümüş, tombak, alpaka, ahşap, porselen, sedef, cam, deri, tekstil malzemeden; İstanbul, Kayseri, Kastamonu, Siirt, Trabzon, Gaziantep, Tokat, Sivas, Mardin, Çanakkale, Rumeli yörelerinde üretilen ve ayrıca Ermeni, Rum ve Musevi ailelerine ait, Anadolu'nun her bölgesinin ve tebaasının kullandığı sahan, tabak, kapaklı sahan, sini, tas, tencere, güğüm, ibrik, leğen- ibrik, kahvedan, fincan zarfı, sitil, semaver, buhurdan, bardak, maşrapa, tava, tepsi, bakraç, iftariyelik, buhurdan, gülebdan, kahve pişiricisi ve soğutucusu, kahve değirmeni, şamdan, körüklü fener, gazlı cihazlar gibi farklı mutfak eşyalarından oluşan geniş bir yelpazeyi içermektedir.
Osmanlı mutfağı denilince yemek sanatı, yemek kültürü, sofra zenginliği, yemek çeşitliliği akla gelmektedir. Saray yemek kültürü, Osmanlı mutfak kültürünün zirvesi olarak kabul edilebilir. Bu kültür, aslında Türklerin yeme alışkanlıklarının hâkim olduğu bir yapı arz eder. Bu yüzden onları, göçebe Orta Asya Türklerinin taşıdıkları ve gerek göç esnasında gerekse Anadolu'ya yerleşerek yayıldıkları süreçte çeşitli etkilenmeler neticesinde geliştirip zenginleştirdikleri bir kültür olarak görmemiz gerekiyor. Dolayısıyla genelde Türk mutfağından özelde de saray mutfağından söz ederken Çin, İran, Arap, Bizans, Avrupa ve Akdeniz dünyasının nisbî etkisinin olduğu bir mutfaktan bahsediliyor demek yanlış olmaz. Osmanlı sarayında mutfak düzeni ve kuralları belirlenmiş bir teşkilat olarak karşımıza çıkmaktadır. Saray mutfağı, ikinci avlunun sağ ve sol tarafında kurulmuştur. Bu kısım; Matbah-ı Amire yönetimindeki Has Mutfak, Ağalar Mutfağı, Divan Mutfağı, çeşitli tatlıların, turşu, macun, şerbet, ilaç ve kokulu sabunların yapıldığı Helvahane, gıda deposu olan kiler, ekmeklerin pişirildiği fırınlar, yemek öncesi hazırlık işlerinin yapıldığı yerler, mutfakta kullanılan kap-kacağın kalaylandığı kalayhane, mutfağın aydınlatılma işini üstlenen Şemafer Karhanesi gibi bunlara benzer birimlerden oluşmaktadır. Kendi içinde düzeni ve hiyerarşisi olan mutfakta yere serilen temiz bir örtü üstünde ayaklı kaide, kaide üzerine sini denilen yuvarlak ve geniş bir tepsi yerleştirilirdi. Sini üzerine dizilen kaşık özenle seçilir, oturma düzeninde hiyerarşiye özen gösterilirdi. Sofraya dizilen kaşık, kapaklı sahan, lenger, bardak gibi detaylar gibi detaylar abartılı bir şekle bürünür, detaylar kişinin alım gücü, varlık durumu hakkında bilgi verirdi. Bir kere dokunulan tabak ve yemek değiştikçe kaşık da değişirdi. Osmanlı sarayında padişah, saray haremi ve çalışanlarının, çok nadir bulunan yeniçeriler tarafından kullanılan mutfak eşyaları koleksiyonun öne çıkan, dünyanın en zengin koleksiyonlarının başında yer almaktadır. Bir vitrinle tüm detaylarıyla yansıtılan saray ve yeniçeri vitrininde Osmanlı padişahlarının kullandığı, üzerinde kendi tuğrası bulunan lengerler, kubbe altı vezirlerinin kullandığı, üzeri Osmanlıca divan yazılı taslar, padişah eşleri, anneleri ya da kızlarının ve diğer saray çalışanlarının isminin ve saraydaki görevinin yazılı olduğu lenger, kapaklı sahan, tas gibi Osmanlı saray mutfağında kullanılan her türlü obje yer almaktadır. Osmanlı’nın ilk porselen fabrikası olan ve saray ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan Yıldız Porselen Fabrikası ürünleri de vitrin içerisinde yer almaktadır. Bunlar içerisinde Sultan II. Abdülhamid’in kullandığı, üzerinde kendi tuğrası bulunan fincan takımı koleksiyonun değerli eserlerindendir.
Kahve, sıcak iklimlerde yetişen bir ağaç çeşididir. İlk önce 1000‟li yıllarda Habeşistan’da yiyecek olarak ortaya çıkmıştır. 15. yüzyılda Habeşistan’dan Arabistan’a geçmiştir. Arabistan’da da önceleri kahveden ekmek yapılmış, 15. yüzyılın sonlarından itibaren de Yemen’de bir içecek türü olarak yaygınlık kazanmıştır. Kahve, 16. yüzyılın başlarında Kahire’ye, oradan da yüzyılın ortalarına doğru İstanbul’a, 17. yüzyılın ortalarında ise Avrupa’nın önemli merkezlerine ulaşmıştır. 15. yüzyıldan itibaren kahve kullanımı Osmanlı’da yaygınlık kazanmaya başlamıştır.
Toplumsal bir kurum olarak kahvenin içecek olarak tüketildiği kahvehaneler açılmaya başlanmıştır. Zamanla kahvehaneler bireylerin sohbet, eğlenme, dinlenme, birbiriyle haberleşme, bilgi alış-verişinde bulunma gibi sosyal ve kültürel ihtiyaçlarına yönelik bir araya geldiği mekânlar olarak toplumsal yaşamda önemli bir yere sahip olmuştur. Ancak bu durum kahve içimi ve bu amaçla kurulan kahvehaneler Osmanlı’da olumlu ve olumsuz çeşitli fetvalara neden olmuştur. Her şeye rağmen kahve ve kahvehaneler Osmanlı sosyal hayatındaki rolü çok önemli olmuştur. Öyle ki sunumu ve içimi farklı seremonilerle zenginleştirilmiştir. Koleksiyonda ayrı bir vitrinle teşhir ettiğimiz kahve bölümü ile Osmanlı için çok değerli olan kahve kültürü yansıtılmak istenmiştir. Osmanlı’da toplumun ileri gelen devlet adamları, orta sınıf ve halk tabakası arasında yaygınlaşan kahve alışkanlığı kahvenin öğütülüp, pişirilmesini ve sunumunu sağlayan pek çok araç ve gerecin de icat edilmesini gerekli kılmıştır. Bunlardan ilki kahvenin kavrulma sürecidir. Kavurma işlemi kepçe benzeri uzun madeni saplı, dekoratif süslü kahve kavurma tavalarıyla gerçekleştirilmektedir. Kavrulan kahve dönemin zevkini yansıtan desenlerle bezeli, ahşaptan kahve soğutmaya yarayan yayvan kaplarda havalandırarak gerçekleştirilmektedir. Soğutulan kahve genellikle bitkisel dekorlu, zaman zaman üzeri kıymetli taşlarla süslenen kahve değirmenlerinde öğütülmektedir. Öğütülen kahve genellikle bir gözüne kahve, diğer gözüne şeker konacak şekilde iki gözlü, üzeri geometrik ya da bitkisel dekorlu ahşap kaplarda muhafaza edilmektedir. Bu süreçlerde ahşap tercih edilmesinin nedeni aromasının bozulmaması içindir. Kahvenin suyla kaynatılarak pişirildiği cezveler form olarak dip kısımları daha geniş yapılmış, el yanmasını önlemek için sapları uzun tutulmuştur. Madeni cezveler kazıma ya da kabartma yöntemleriyle bezenmiş, bazılarında kapak kullanılmıştır. Kahve sunumunda 19. Yüzyıl Osmanlısında sitil puşidesi, sitil takımı, kahve tepsisi, kahve fincan ve zarfları ile yapılmaktadır. Sitil leğeni kenarlarda bulunun halkalara yerleştirilen üç zincirin yukarıda askıda alınıp taşınır, leğenin ortasında yer alan çukura küllü ateş konularak kahvenin soğuması engellenirdi. Tombak, gümüş, bakır ya da pirinç malzemeden üretilen sitil takımlarında kullanılan malzeme ilenin varlık derecesi hakkında bilgi vermektedir. En makbul olanı tombak malzemeden üretilen sitil takımlarıdır. Büyük bir emekle hazırlanın ve seremoni ile sunulan kahve, kahve fincanları ile sunulmaktadır. 16. yüzyılda Çin, İznik ve Kütahya porselenleri kulpsuz ve tek başına servis edilmekte, 17. yüzyılda ise fincan zarflarıyla birlikte kullanılmaktadır. Altın, gümüş, pirinç, bakır gibi farklı malzemelerden imal edilen fincan zarfları, firuze, akik gibi değerli taşlar dekorda kullanılmıştır. Fincan zarflarının en makbul olanı olan tombak fincan zarfları mine, kaplama, oyma, mıhlama, savat, kakma, telkari teknikleriyle uygulanmaktadır. Değerli, göz alıcı taşlarla, incelikli işçilik sergilenerek yapılan fincan zarfları sunuma zerafet katarak görsel bir şölen bir lezzet katmakta ve kişinin elinin yanmasını önlemektedir. 18. ve 19. yüzyılda Avrupa ve Yıldız Porselenleri ağırlıklı olarak kullanılmaya başlanmış, kulplu fincanlar Avrupa porselenlerinden Osmanlıya geçiş yapmıştır. Osmanlı’da ilk kulplu fincanların yerli üretimi Tophane işi lüleci çamurundan yapılmıştır. Bu fincanlar farklı boy ve formda üretilmiş ve farklı isimlerle anılmıştır. Osmanlı sarayında görülen
Avrupa ve Yıldız porselenleri bitkisel bezeme, manzara bazen de portrelerle süslenmiştir. Bazı örneklerde kişi insiyali, tuğrası ve isminin yazılı olduğu görülmektedir. Kahve kültürü, Osmanlı’dan günümüze gelen Türk kültürünü yansıtan en güzel gelenek ve törenlerden biridir. Günümüz koşullarında sunumu eskisi kadar teferruatlı olmasa da hala önemini yitirmemiş Unesco tarafından somut olmayan kültürel miras listesine alınmış en önemli değerlerimizdendir. Bu nedenle Müze olarak ayrı bir vitrinde Osmanlı kahve kültürünü yansıttığımız vitrinimizde kahvenin başlangıcından, ikramına tüm öyküsünü anlatan kepçe, tava, körük, kahve soğudanları, öğütücü, el değirmeni, kahve muhafazaları, tepsi, fincan, fincan zarfı, kahvedan, sitil, mırra gibi kahvenin pişirildiği, muhafaza edildiği, sunuma hazırlandığı bütün öğeleri, farklı malzemeden üretilen ve çeşitliği yansıtacak en nadide örnekleri bir araya getirdik.
Osmanlı’ya özgü bir terim olan tombak sözcüğü bakır ve bakır alaşımlarının altın ve cıva amalgamı yardımıyla kaplanması işlemi ve bu yöntemle kaplanmış parçalara verilen addır. Bu teknikte kaplanacak yüzeye cıva- altın karışımından elde edilen amalgam sürülüp yüzey ısıtılarak cıva uçar, yüzey altın tabakasıyla kaplanmış olur. Böylece dayanıklı bir yüzey elde edilmektedir. Osmanlı’da 16. yüzyıldan itibaren tombak tekniği başkent İstanbul’da en nadide örneklerini vermiştir. Osmanlı’da kıymetli el sanatlarından olan bu özel yöntemle üretilen eserler Osmanlı’da gündelik hayatta mutfak eşyaları, hamam tasları, şamdan gibi ibadet objeleri gibi pek çok alanda yer bulmuştur. Tombak yönteminin uygulandığı sofra gereçleri; tabak, kapaklı sahan, lenger, kaşık, kahvedan, fincan zarfları, gibi yemek kültüründe sofra sunumunu yansıtan örneklerdir. Gündelik yaşamda kullanılan diğer objeler ise; nargile serleri, hamam tasları, buhurdanlar, ibrikler, leğen- ibrikler, körüklü fenerler, şamdan, kapı tokmakları ve çeşme lüleleri olarak örneklendirilebilir. Tombak tekniği uygulanan eserler öyle çok rağbet görmüştür ki ibadet alanlarında yer alan objelerden, askeri eşyalara kadar hemen her alanda örneklerine rastlamak mümkündür. Koleksiyonun öne çıkan eser gruplarından birini tombak eserler oluşturur. Turhan Koleksiyonu Müzesine kayıtlı tombak eserler Türkiye’nin hatta dünyanın adet olarak en fazla esere sahip koleksiyonudur. Yapıldığı tarihte bir dönem padişah fermanıyla yasaklanan tombak eser üretimi koleksiyonun nadide ve göz alıcı eser gruplarının başında yer alır. Vitrinde yer alan dönemin günlük yaşantısında kullanılan zemzemlik, kapaklı sahan, buhurda, gülebdan, tepsi, ibrik, leğen- ibrik, kemer tokası, kapı tokmağı, körüklü fener, şamdan gibi eserler yer almaktadır. Bunların içinde Kayseri mineli Şehzade leğen-ibrik ve ejder motifli lüle tombak eserler arasında öne çıkan örneklerdir. 19. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen leğen- ibrik zarif formu, detaylı işçiliği ve üzerinde yer alan mine işçilikle göz alıcıdır. 18. yüzyıla tarihlenen ejder motifli havuz lülesi ise Eski Türklerde havanın ve suyun hakimi, uğur getirdiğine inanılan, sağlık, mutluluk ve bereket sembolü, efsanevi ejder motifinin Osmanlı’da halen kullanılıyor olmasını göstermesi ve taşınabilir bir malzeme olan çeşmelerin günümüze ulaşabilmiş örneklerinin az olması açısından önemlidir.
Müze içerisinde ayrı bir vitrinde erken Beylik dönemi ve Anadolu Selçuklu eserleri yer almaktadır. 12. ve 13. yüzyılda yaşayan Anadolu Selçuklularına ait eserlerde dikkati çeken özellikler yoğun işçilik ve fonksiyonelliktir. Bu dönem eserlerinde gösterişli mutfak malzemelerinden çok amaca hizmet eden objeler tercih edilmiştir. Selçukluların Anadolu’ya gelip yerleşik hayata geçmesi ve İslamiyeti benimsemeleri sanatını da etkilemiştir. Bu dönem eserleri üzerindeki desenler İslam sanatının özelliklerini taşımaktadır. Bu vitrinde yer alan eserler yağdanlık, havan, kepçe, ekmek kapları, sefertasları, lenger, geniş yemek kazanları, form ve üzerindeki yazılarla dönem üslubunu yansıtmaktadır. Bronz ve bakır kaplar üzerinde yer alan süslemeler dönemin üst düzey sanatsal işçiliğini yansıtmaktadır. Lengerler üzerinde yer alan simgeler ise eserin hangi Beyliğe ait olduğunu gösteren bir nevi remiz işlevi görmektedir. Vitrinde yer alan geniş sefertası türünün ilk örneklerinden olması açısından önem arz etmektedir. Aynı vitrinde sergilediğimiz şifa tasları geçmişten günümüze insanların hastalıkların tedavisinde kullandıkları materyallerdendir. Şifa tası olarak tanımlanan kap formları suyun iyileştirici gücüne olan inancın halk hekimliğine yansıyan örnekleridir. Tarihi gelişim içinde ilk örneklerine M.Ö 1. bin yıllarında Kuzey Mezopotamya ve Suriye bölgesinde yaşayan Aramilere kadar uzanmaktadır. Genellikle bakır ya da alaşımları pirinç ve bronz malzemeden üretilen şifa taslarının az da olsa pişmiş toprak, ağaç, seramik ve porselen malzemeden üretilmiş örneklerine de rastlamak mümkündür. Form olarak ortası göbek olarak tabir ettiğimiz bombeli şifa tasları en sık görülen örneklerdir. Bunun yanı sıra göbekli formun benzeri olan ortada ki bombenin dış kenarlarında ki deliklere "kırk anahtar" olarak tabir edilen çubukların geçirildiği örnekler ve düz olanlar da oldukça yaygındır. Bilinmeyen çeşitli güçlerden koruduğuna ve hastalıklarda iyileştirici etkisi olduğuna inanılan şifa taslarının bezemesi de oldukça emek isteyen nadide örneklerdir. Turhan koleksiyonu olarak biz de İslam sanatının etkisiyle Selçuklu, Osmanlıda örneklerine sıkça rastlanılan bu uygulamayı tanıtmak amacıyla yer verdik.
Su, insanlık tarihinin en vazgeçilmez unsurlarından, medeniyetlerin oluşmasında en önemli etkenlerdendir. Su alanlarının etrafında tarımsal faaliyetlerin sürdürülebilmesiyle yerleşik hayata geçilmiş, ticaret aynı eksende sürdürülmüştür. Büyük göçler hep sulak ve verimli arazilere doğru olmuştur. Böylelikle medeniyet tarihinin başlangıcı Fırat, Dicle, Nil, İndüs ve Huang- Ho gibi nehir kenarlarında gelişim göstermiştir. Su kanalları çevresinde gelişim gösteren medeniyetlerde suyun dağılımını sağlama gerekliliği doğmuş, bu nedenle su bentleri, su tesisleri, su kanalları, sarnıç gibi suyu dağıtmak ve biriktirmek için yapılar inşa edilmiştir. Tarihin mihenk taşları olan Mezopotamya, Mısır, Asur, Urartu, Roma, Bizans ve Osmanlı uygarlıklarına ait bu yapı örnekleri günümüze kadar ulaşabilmiştir. Gerek tarımsal gerekse günlük kullanım için hayati önemi olan suyun boşa akmaması, istenildiği zaman açılıp, kapanmasını sağlamak fikrinden musluk doğmuştur. Roma Uygarlığından itibaren çatı ve çeşmelerdeki sular basit ve düz oluk formunda taş çörtenler ile akıtılıyordu. Bu çörtenlerden hayvan başı formunda yapılmış, günümüze kadar gelen örnekler bulunmaktadır. Roma Uygarlığı sonrasında hüküm süren Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Uygarlıklarında da hayvan figürlü çörtenlere, musluk lüleleri örneklerine rastlamak mümkündür. Su, neredeyse her inançta kutsal olarak kabul ediliyor. Suyun iyileştirme gücü, şifa veren özelliklerinin bunda önemli bir payı var. Anadolu Selçukluları dönemi suyun dağıtımı sağlamak amaçlı yapılan çeşme, hamam, şadırvan gibi yapılara kaynaktan su getirildiği bilinmektedir. Kaynaktan getirilen su çeşmelerde doğrudan hazneye dökülmeden önce taş bir oluktan veya ağaçtan oyulmuş bir çörtenden, bazen de lüle denilen madeni bir borudan hazneye akardı. Anadolu Selçukluları döneminden günümüze kadar gelebilmiş az sayıda çeşme ve lülesi orijinal olan örnek bulunmaktadır. Gelebilen lüle örneklerinde ise mitolojik hikayelerde yer alan ve ikonografik olarak Eski Türklerde havanın ve suyun hakimi, uğur getirdiğine inanılan, sağlık, mutluluk ve bereket sembolü, efsanevi ejder motifidir. Musluk tarihinin dönüm noktalarından biri Beylikler döneminde yaşanmıştır. 1181-1206 yılları arasında Artuklu himayesinde yaşayan, ilk algoritmayı oluşturan, Sibernetik Robot Biliminin ve Hidro Mekanik bilimini ilk uygulayan El- Cezerî tarafından gerçekleştirilmiştir. 1205’te tamamladığı Kitâb-ül Hiyel Emîr Nâsırüddin Mahmud’un isteği üzerine kaleme almıştır. Kitap altı kısma ayrılmış olup ilk dört kısım onar, son iki kısım da beşer bölümden meydana gelmektedir. Bu kısımlar su saatleri ve kandil saatleri, ziyafetlerde kullanılan kaplar ve sürahiler, el yıkama ve kan alma için kullanılan kaplar, çeşmeler ve mekanik yollarla hareket eden (otomatik) müzik aletleri, su pompalayan makineler, muhtelif aletler üzerinedir Osmanlı dönemine gelindiğinde Selçuklu ve Beylikler dönemine göre daha fazla musluk örneği günümüze kadar koruna gelmiştir. Fetih’ten sonra hızla çoğalan İstanbul nüfusu kısa sürede 700.000 civarına ulaşmıştı. Artan bu nüfusun su ihtiyacı nedeniyle su kaynakları aranmış, su yolları yapılmış ve son olarak su çeşmelerine gelen su ile halka ulaştırılmıştır. Fatih İstanbul’da 200 çeşme; Bayezid 70; Kanuni 700 çeşme yaptırmıştır. Kanuni dönemi Bozdoğan su kemeri ile çoğalan su sayesinde halka ait 740 çeşmeye dağıtılmaktaydı. 18. yüzyıla gelindiğinde halkın kullandığı 987 adet çeşme olduğu bilinmektedir. Çeşme ve sebilleri sultanlar, hanım sultanlar, harem kadınları, vezirler ve ileri gelenlerin yanı sıra halk tarafında da yapılmaktadır. Çeşmeler kentin su ihtiyacını karşılamanın yanı sıra kente görsel zenginlik ve estetik katar hatta kentin nüfus yoğunluğu, coğrafi gelişme gibi unsurları hakkında bilgi verir. Musluk yapımında bakır- kalay karışımından bronz döküm musluklara, bakır- çinko karışımından pirinç musluklara, saray ve önemli yapılar için gümüş ve tombak musluklara kadar farklı metaller kullanılmıştır. Saray ve önemli yapıların tunç üzerine altın yaldızlı, bol gümüş alaşımlı değerli madenlerden yapılan muslukların işçilikleri de son derece özenli ve ihtişamlıdır. Turhan Koleksiyonu Müzesinde kayıtlı musluk koleksiyonu dünyanın en zengin koleksiyonudur. Koleksiyona kayıtlı musluklar Roma çörtenlerinden, Selçuklu, Beylikler, Osmanlı çeşmelerine, lülelere kadar farklı dönem ve farklı amaç için üretilen geniş bir yelpazeyi içermektedir. Koleksiyona kayıtlı musluk örnekleri musluk tarihinin gelişimi en iyi şekilde yansıtmaktadır. Gökhan Turhan’ın koleksiyonerliğe başlamasına ilham olan ilk musluk satın almasıyla gelişen süreç musluk, yemek kültürü, tombak gibi tematik bir çok alanda dünyanın en zengin ve çeşitliliğe sahip koleksiyonlarından biri olmuştur.
Erken dönem eserler müzeye gelir gelmez bağlı bulunduğumuz Ayasofya'nın da onayıyla kayıt altına alınmaktadır. Müzeye gelen eserler fotoğraf, ölçü, üzerindeki Osmanlıca yazıların transkripsiyonu ve diğer işlemleri yapılmaktadır. Kayıt altına alınan eserler konusunda uzman restoratör tarafından temizliği ve bakımı yapıldıktan sonra, güvenliği ve nemlilik düzeni sağlanan vitrinlere yerleştirilmiştir. Teşhir düzeni ise tematik yapılmıştır. Etnografik eserler tarih, dönem ve yazı okumaları gibi işlemlerle tasnif edilirken yine Müze ile yaptığımız görüşmeler sonrasında etüt defterinde kayıt altına alınmaktadır. Şu an itibari ile resmi envantere kayıtlı 1000 üzerinde eser bulunurken etütlük olan ortalama 4000 adet eser yer almaktadır. Eser alımımız devam etmekte olup koleksiyonumuz genişleyerek zenginleşmeye devam etmektedir.”
https://www.youtube.com/watch?v=3WuqlIU_P_U
Armatür Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve Turaş Gaz Armatürleri Yönetim Kurulu Başkanı Gökhan Turhan