Hakan Ömer Gider
Siyaset ve Satış
Merhaba,
Sıcaktı tatildi derken bu satırları yazdığım günlerde okulları da açtık şezlongları topladık artık sonbaharın tatlı esintilerini takip ediyor olduk. Geçenlerde bir uzman tırnak içinde “bu bir kriz değil” dedi. Çünkü “krizler başlar ve biter, hepsi için birer sebep vardır”. Maalesef şu anda içinde yaşadığımız durumun göz önüne aldığımızda pek bitecek gibi görünmüyor.
Yüksek enflasyon sürekli artan fiyatlar düşen kazançlar sonu ne olacak bilemiyoruz. Bir beklenti de kalmadı, hani bahane de diyebiliriz. Bayramdı seyrandı yazdı derken farkındayız ki hep bir bahane üretiyoruz. Onların hepsi geçti.
Çok etkisini görmediğimiz yılbaşına da 4 ay var daha ben derim ki kolları sıvayalım, hemen işe koyulalım. Başta yaz öncesi işler olmak üzere şöyle kendimizi müşterilere hatırlatalım. Birçoğu hâlâ yazın tesirinde kaldıklarını üstelik okullarında yeni açıldığını söyleyeceklerdir.
Moralimizi bozmayalım görüşmelere devam edelim. Almanların söylediği çok güzel bir söz varmış; maalesef Almancam yok söyleyemiyorum. Ama ben Türkçesini söyleyeyim. “Bir işletmede 2 şeyden biri gider. Ya ürün ya da satıcı!” Artık siz bunu kendinize göre yorumlayın…
Efendim bugünkü yazıma ilham olan konu aslında son bir aydır yaşadığım şehirdeki parti içi seçim telaşı. Sevdiğimiz bir dostumuz seçimlerde aday olacağını söyledi. Ben de bu deneyimi yaşamak adına hayatım boyunca hiç yapmadığım ve hiç ilgilenmediğim siyasete çok geç de olsa kenarından biraz da “danışman” hüviyetiyle girmiş bulundum.
İyi bir şey mi oldu, kötü bir şey mi oldu hâlâ karar veremedim. Hatta herhalde her ikisi de benim bünyem için yaşandı. Bunlardan iyi yönü yeni taşınmış olduğum bir ildeki birçok insanla çok hızlı bir şekilde tanışmam oldu. Kötü yönü ise yıllarca 10.000 kişinin üzerinde yaptığım karakter testlerinin aslında gerçek hayatta nasıl dönüşebileceğini gördüm.
Sonuç olarak her ikisi de bana gün sonunda deneyim olarak geri döndü. Eminim bir çoğunuzda bu amansız seçimi öyle ya da böyle duymuş, tüm Türkiye'yi kapsama altına alan bu ego savaşlarını bir şekilde yaşamıştır.
Aslında burada yazmak istediğim konu bir satış eğitimcisi mantığıyla siyasete bakmak oluyor. Siyaset bilimi eğer bunu bilim şeklinde yaparsanız. Birçok disiplini bir araya getiren galiba bir karmaşa yumağı. Galiba diyorum çünkü ben de karar veremiyorum.
Gelin bu süreç içerisinde yaptığım gözlemleri sizlerle paylaşayım. Tabii ki parti ve şahıs ismi kullanmayacağım:
1.Benim için en büyük gerçek konu seçim olunca aynı grubun içindeki insanlar bile kutuplara bölünebilir. Bu bölüme maalesef başka partilerdeki ve hiçbir zaman tasvip edilemeyen olayları da gündeme getiriyor. Bunun en basit örneği listeli seçimlerde farklı renklerdeki delege grupları.
2.Dedim ya daha önce hiç bilmediğim bir konu. İlk öğrendiğim şey de bir partiye üye olmanın o parti ve kendiniz için çok değerli olduğuymuş.
3.Partiye kayıt olan herhangi biri herhalde parti tarafından hiçbir zaman bu kadar çok aranmış ve taciz edilmemiştir. Bu aramaların seçimden 3 ay önce başlaması ve aynı kişiyi birden çok kişinin araması, araya tanıdıklarının konarak söz alınması da görünen davranışlardır.
4.“Söz Verme” kavramı bu seçimler sırasında hayatımda bilemediğim kadar önemli bir durum olduğunu bana kanıtladı. Akrabalık, mezhepçilik, iş arkadaşlığı, mahalle arkadaşlığı gibi tüm birlikteliklerin yanı sıra verilebilecek tüm vaatler sonucunda kişiler yani partiye kayıtlar bir şekilde oylarına ambargo koydurmuş oluyor. “Söz verdim. Maalesef başkasına oy veremem” diye söylendiğinde o oy kesinlikle geliyor. Bu arada anlaşılan ilk sözü almak çok değerli…
5.Tabii söz verdiğini aktarmayıp, kırılmasın diye maalesef sizi yanıltan dostlarınızda karşınıza çıkıyor. Bu noktada aslında geçici bir mutluluk yaşadığınızı ve eşinizi, dostunuzu ne kadar tanıdığınızı sandık sonuçları açıklanınca anlıyorsunuz.
6.Galiba siyasette dürüstlük diye bir kavram rafa kaldırılmış. Her zaman herkes her şekilde birbirini kandırma düzeyinde “satabiliyor”. Bunca yıllık ki hatırı sayılır 23 yıldır satıcıları eğittiğimi düşünürsem, benim bile şapka çıkarttığım durumlar olmuştur.
7.Tüm bu anlattıklarım seçim öncesi yaşanan durumlar olmasının yanı sıra seçim günü yaşanan altı saatinde başlı başına bir matematiği olduğunu geç de olsa kavradım. Bu matematiğin zaman zaman etik olmayan durumlara, kavgalara ve tartışmalara sahne olduğu sürelerde durup kendimize bakmanın kiminle ne için savaştığımızın tekrar farkına varmamız gerektiğini düşünmedim de değil hani…
8.Seçim günü her ne kadar sandıklar bir mekan ifade etse de oyun kullanılacağı alan 3 ayrı bölümden oluşuyor.
a)Birinci alan; Tüm listelerin yer aldığı karargah şeklinde oluşturulmuş masalar ve önlerindeki listelerle çalışıyor görüntüsü. Bu noktada genelde parti adayları da zaman zaman boy gösteriyor.
b)İkinci alan; Oy atmaya gelenlerin karşılandığı kapı önü koridor vb. yerler, burada da her listeden bir görevlinin beklediği tanıdığı tanımadığı herkese hoş geldiniz deyip koluna girip onu oy atma öncesi hazırlama ve hangi rengi atacağını hatırlatma noktası. Genelde burada otogardaki hanutçuluk gibi koluna girerek kendi tarafına çekme yarışları da görülmektedir. Bence düşünülmesi gereken en önemli nokta o oy atmaya gelen birine hala hangi rengi atacağını hatırlatma ihtiyacı ortaya çıkıyorsa, o parti üyesinin ne kadar olaydan bir haber olduğunu da göstermektedir.
c)Üçüncü alan; Oy sandığının çevresi başlı başına bir tez konusudur. Çok yakından tanıdığınız bir dostunuzdan nüfus kağıdı kimlik istemek herhalde sandık görevlileri için en zor durumdur. Ayrıca sandık başındaki gözlemlerinden biri de hangi listeye oy atacaksa sadece onun pusulasını istemek gibi bir durum da zaman zaman yaşanmıştır.
Maalesef en sorunlu oy atan kişiler gerektiğinde hasta yatağından kaldırılıp getirilmiş, o sırada adını sorsanız cevap veremeyecek, belki de konuşamayacak kadar kötü durumda olan yaşlı üyelerdir. Size buradan sormak isterim. Bu kişilerin kendi başlarına bir mülk satmaları sırasında ilgili makamlar günlük doktor raporu isterken böyle bir durumda bir rapor istenmesi gerekmez mi?
Bütün bunları neden yazdığımı ve bunun satışla nasıl bir ilişki halinde olduğunu merak edebilirsiniz. Buradan sonra söyleyeceklerim tamamen benim şahsi kanaatim olup tüm siyaset ve satış çalışanlarını bağlamayacaktır.
Şimdi biraz da her ikisi arasındaki bağlantılardan bahsedeyim:
1.Bir kere her ikisinde de yani oy almak ya da bir hizmet ya da ürünü satmak tamamen bir ikna işidir.
2.Bir ürünü anlatırken satıcılar bazen abartır olduğundan daha farklı gösterir. Sizce siyasetler de aynı taktiği uygulamaz mı?
3.Satıcıların birçoğu ürünü satmakla ilgili olarak strateji geliştirir. Benzer stratejiler siyasetçiler tarafından da yapılır.
4.Satıcılar için ürünün taraftarı olanlar çok önemlidir. Çünkü süreklilik satıcıların en çok istediği durumdur. Fakat bazen çok küçük fiyat farklılıkları, ya da görüntüsel değişiklikler sonucunda müşteri satılan ürünü almayı reddeder. Ne tesadüf ki aynı şey satıcı gibi siyasetçinin de başına gelir.
5.Satışta kullanılan propaganda ve pazarlama taktikleri aynen siyasette de kullanılır.
Bu sayıda size biraz esprili bir dille siyasette yaşadığım yirmi günlük maceram can alıcı yerlerinden bahsettim. Galiba söylenmesi gereken şey; beşer yani insanın olduğu her yerde her türlü davranış maalesef ki mübah kabul ediliyor.
Rekabet güzeldir. Kişileri firmaları dinamik tutar. Her sabah uyandıklarında kendilerine örnek aldıkları bir şey olunca doğal olarak aynaya bakıp çeki düzen verilir.
Burada kiminle ne için neye karşı rekabet ettiğimiz gerçeğini unutmamak ve sürekli birbirimizi hatırlatmak gerekir.
Satışında siyasetin de hayırlısını ve tüm ilgili kişilere hayırlar getirmesini diliyorum.