H. Yücel Koç
Türkiye’nin Narsisizm Kıskacı: Özel Çocuklar, Mutsuz Yetişkinler
Narsisizm, son otuz yılda tüm dünyada artış gösteren bir eğilim olarak psikoloji literatüründe ve sosyal hayatta sıklıkla tartışılan bir konu haline gelmiştir. Modern kapitalist düzenin bireyci değerleri öncelemesi, küresel rekabetin ve performans kültürünün bireyleri kendi başarılarına ve görünürlüklerine odaklanmaya itmesi, çocuk yetiştirme yaklaşımlarında aşırı övgü ve ödüllendirmenin yaygınlaşması, sosyal medya platformlarının sürekli takdir alma ihtiyacını beslemesi bu artışın başlıca nedenleridir. İnsanlar ne olduğunu anlayamadan narsisizme düşüyorlar.
Sosyal medyanın narsisizmi artırıcı rolü, yapılan çok sayıda araştırmayla ortaya konmuş bir gerçektir. Facebook ve Instagram kullanım süreleri ile narsistik eğilimler arasında anlamlı korelasyonlar bulunduğu biliniyor. Bu platformlarda kişi, sürekli kendini idealize eden bir imaj yaratır ve onaylanma beklentisi içine girer. Ülkemizde sosyal medya kullanımının geldiği boyutun ürkütücülüğüne itiraz edecek kimse olmadığını düşünüyorum.
Ülkemizin kendine özgü ekonomik ve kültürel koşullarının narsisizm eğilimini daha da güçlendirdiği rahatlıkla söylenebilir. Özellikle son on yılda yaşanan ekonomik krizler ve gelir dağılımındaki adaletsizlik, bireylerin kendilerini değerli hissetme ihtiyacını farklı biçimlerde tatmin etmesine yol açmaktadır. İnsanlarda sıkça şahit olduğumuz abartılı özsaygı gösterileri bu nedenledir; mutlaka denk gelmişsinizdir.
Eğitim politikalarının narsisizme etkisi Türkiye için ayrı bir önem taşımaktadır. İlköğretimden üniversiteye kadar sınav odaklı, performans ölçümüne dayalı bir eğitim sistemi, çocuklarda başarı üzerinden değer görme algısını pekiştirmiştir. Bunun yanı sıra ailelerin çocukları "özel" ilan ederek sürekli yücelten tutumları, öz eleştiri ve empati becerilerinin gelişimini sınırlamaktadır. Sizler de çocuklarının üstün zekâlı olduğuna inanan anne-babaların anlatımlarına maruz kalmış olmalısınız. Ülkemizde oğlu prens, kızı prenses olmayan aile yok denecek kadar azdır. OECD'nin Education at a Glance isimli raporuna göre Türkiye'de eğitim kalitesi göstergeleriyle sosyal beceriler arasında önemli farklar olduğu tespit edilmiştir. Bireylerin iletişim ve duygu yönetimi alanlarında akran ülkelerden geri kaldığı açıkça görülmektedir. Düşük okuma oranları da bu tabloyu pekiştirir niteliktedir. TÜİK'in verilerine göre 2023'te Türkiye'de kitap okuma süresi günlük ortalama 5 dakika ile sınırlıdır ve düzenli okuma alışkanlığı olan birey oranı %20'yi geçmemektedir. Okuma kültürünün zayıf olması, derinlikli düşünceyi ve empatik perspektif geliştirmeyi güçleştirdiği gibi, yüzeysel bilgiye dayalı abartılı özgüvenin yaygınlaşmasına zemin hazırlar. İnsanımız YouTube videoları izleyerek derinleştiği, bilgeleştiği hatta entelektüel olduğu sanrısı içindedir. Tüm bu etkenler birleştiğinde, narsisizmin Türkiye'de birçok ülkeye kıyasla daha belirgin artış gösterdiğini söylemek zor olmaz.
Narsisizmin birey ve toplum üzerindeki etkileri son derece yıkıcı boyutlara ulaşabilmektedir. Toplumsal empati kapasitesinin gerilemesi, ortak amaçlara yönelik dayanışmanın zayıflaması, bireyler arası güvenin aşınması ve uzun vadede toplumsal dokunun bozulması bu sürecin en önemli sonuçlarındandır. Narsistler, çevrelerindeki insanları kendi ihtiyaçlarını karşılamak için bir araç olarak görür; bu tutum aile ilişkilerinde kopmalara, arkadaşlık bağlarında yüzeyselleşmeye ve iş yaşamında istikrarsızlığa neden olur. Sahte bir üstünlük hissi, kişiyi eleştiriye kapalı, değişime dirençli ve başkalarının sınırlarını ihlal etmeye eğilimli hale getirir. Bu durum, psikolojik esnekliği zayıflatarak yalnızlık ve değersizlik duygusunu körükler. Yani yüzeyde görülen aşırı özgüvenin altında çoğu zaman derin bir kırılganlık ve sürekli onaylanma ihtiyacı vardır. Toplumsal düzeyde ise narsisizm, medyada popülist lider figürlerinin ve şöhret kültürünün yükselmesine, sosyal ilişkilerin çıkar odaklı hale gelmesine, özellikle genç kuşaklarda sahte bir başarı takıntısının yaygınlaşmasına zemin hazırlar.
İş dünyasında narsisizmin etkileri hem bireysel hem kurumsal düzeyde ciddi maliyetler yaratmaktadır. Narsist yöneticiler, çalışanlarını kendi kariyer hırslarının uzantısı gibi görme eğilimindedirler. Ekip üyelerinin katkılarını küçümseyerek sürekli kendi başarılarını ön plana çıkarırlar. Bu tutum, ekip motivasyonunu kırdığı gibi, psikolojik güven ortamını da ortadan kaldırır. Örneğin bir şirkette üst düzey bir yöneticinin yaptığı toplantılarda sadece kendi fikirlerini dayatması, farklı görüş bildiren çalışanlara sistemli biçimde mobbing uygulaması, çalışan sirkülasyonunun artmasına ve verimliliğin düşmesine yol açabilir. Çalışan bağlılığının azalması, kuruma aidiyet duygusunun zedelenmesi ve uzun vadede inovasyonun gerilemesi de yaygın sonuçlardandır. Araştırmalar, narsist kişilerin yaratıcı fikirleri paylaşan ekip üyelerini tehdit olarak algıladığını ve iş süreçlerini kendi imajlarını güçlendirmek için manipüle ettiğini ortaya koymuştur. Tükenmişlik sendromu da bu ortamların doğal bir sonucu haline gelir; çünkü ekip üyeleri sürekli onay bekleyen ve hatayı tolere etmeyen bir iklimde çalışmak zorunda kalır.
Dijitalleşmenin hızlanması ve sosyal medya platformlarının daha da merkezileşmesiyle narsist eğilimlerin önümüzdeki yıllarda daha da yaygınlaşması öngörülmelidir. Özellikle Z kuşağı ve Alfa kuşağının sosyal onayla büyümesi, dijital kimliklerin gerçek kimliklerin önüne geçmesi ve medyanın sürekli başarı hikâyelerini parlatması bu süreci güçlendirecektir. Türkiye özelinde, eğitimin nitelikli hale getirilmemesi, okuma kültürünün gelişmemesi ve sosyal eşitsizliklerin derinleşmesi narsisizmin uzun vadeli bir toplumsal mesele olarak kalmasına neden olabilir. Bunun yanı sıra kurumların liderlik modellerini dönüştürmemesi ve psikolojik güveni öncelememesi, iş dünyasında toksik kültürlerin yaygınlaşmasına zemin hazırlayacaktır. Ancak bu gidişatı tersine çevirmek mümkündür. Eğitim politikalarının empati ve işbirliği temelli becerileri güçlendirmesi, sosyal medyanın bilinçli kullanımını teşvik eden programların yaygınlaşması, okuma oranlarının artırılması ve örgütlerin narsistik eğilimleri dengeleyici kültürler geliştirmesi toplumsal ve kurumsal iyileşmenin anahtarıdır. Aksi halde bireylerin sahte bir mükemmellik maskesi altında tükenmesi ve kurumların üretkenliğini kaybetmesi kaçınılmaz bir risk olarak karşımızda durmaktadır.
Narsisizmden uzak günler dileğiyle...
H. Yücel Koç
5 Temmuz 2025
ANTALYA