Hakan Ömer Gider
Üretmek, Pazarlamak ve Satmak
Bu sayının yazısını birkaç gündür bulunduğum iş seyahatim olan Iğdır’dan yazıyorum. Bilmeyenler için söylenebilecek, Iğdır hakkında birkaç şey var. Bunlardan birincisi, Doğu’nun en ucunda olduğu halde buranın havası neredeyse Akdeniz bölgesi ile aynı, ikincisi bırakın Türkiye’yi ya da Avrupa’yı galiba dünyanın hiçbir bölgesinde üç tarafında üç farklı ülkenin (Nahcivan, Ermenistan ve İran) olduğu bir başka şehir yok.
Peki bu bilgiler bu şehir için katma değer oluşturuyor mu? Bence pek oluşturmuyor. En azından şimdilik, gümrük kapılarının kısıtlamaları ve dış politika incelikleri nedeniyle bu üç ülke de bizim için yararlı görünmüyor.
Bu şehirde kimselerin bilmediği çok özel bir kayısı var. Her ne kadar kayısı denince aklımıza Malatya gelse de burada hatırı sayılı bir üretim ve farklı bir cins kayısı üretiliyor. O kadar sulu ki maalesef Malatya kayısısı gibi kurutulma imkânı da yok. Bu kayısının adı “Iğdır Şalağı”…
Bölgede meyvecilik var, elma üretiliyor, şeftali, salatalık vb. şeyler. Hatta kovanlar var ve arıcılık da mevcut. Ama maalesef birçok şey ile meşhur olunamadığı için burası da tek bir ürünü öne çıkaramıyor. Bölgede hatırı sayılı küçükbaş hayvancılık ve büyükbaş hayvancılık var.
Ben bir proje dahilinde buradaydım. Bu üretici, meyveci, çiftçi ve hayvancılık ile ilgilenen yerel köylülerin ürettiklerini satacakları bir kooperatif kurma çalışması için ilçe, belde ve köy ziyaretleri yaptık.
Üretmek mi? yoksa satmak mı? daha zor sorusunu sordum buralarda kendime. Maalesef cevabını bulmakta da hala zorlanıyorum. Buradaki köylü vatandaşların hayvanları için yaylaya çıkmaları, meyveleri aşılamak, sulamak ve diğer faaliyetlerini yapmaları için yaptıkları çalışmalar gerçekten çok zorlayıcı görünüyor.
Ama ürettiklerini kapılarının önünden satmaya çalışıyorlar. Resmen; “Armut piş ağzıma düş!” yaklaşımı. Onlara pazarlamanın ne olduğunu, önemini marka olmanın sebeplerini ve zorluklarını anlattım. Onların anlayıcı dil ve basitlikte, hepsi kapının önüne koymakla bir ürünün satılmasının onlara en az yüzde otuz değer kaybettireceklerini anlıyorlar. Onların sekiz, dokuz liradan sattıkları peyniri bizim otuz, otuz beş liradan yediğimizi ve aradaki farkın tüccarın cebine girdiğin anlattım.
Burası İstanbul’a 1550 Km. uzaklıkta nakliye dediğimizde neredeyse üretilen ürünün miktarı kadar bir para daha ilave ediliyor. Bu da rekabet etmeyi zorluyor. 25 kg. Gelen koyunları 600 TL gibi rakamlara sattıklarını duyunca İstanbul’da ödediğimiz fiyatlar ve aradaki farklar geliyor gözüme…
Umarım önümüzdeki günlerde çeşitli köylerden birer ikişer kişi yan yana gelip bahsettiğimiz kooperatifi kuracaklar. Kurmak bunun en kolay adımı, sonra yönetim belirlenecek ve umarız ki profesyonel bir yönetici alıp, kooperatifin yönetimini ona teslim edecekler.
Sonrasında pazarlama faaliyetlerine başlanacak. Iğdır’da üretilen meyvelerin büyük bir kısmı kooperatifin elinde olduğundan piyasayı belirleme imkânı az da olsa ellerine geçecek. Tabii ki kavgalar olacak, suçlamalar olacak, “benim malımı satmadın onun malını sattın” gibi tartışmalar da yaşanacak. Genel kurullarda birbirlerine “hırsız” diyecekler.
Ama tüm bu olanlar yaşansa da artık, kurumsal bir kimlikleri, çeşitli meyve sebze hallerinde bilenen adları ve ağırlıkları olacak. Birkaç sezon sonra piyasayı belirleyip, üyelerinin hakkını koruyan hatta uluslararası fuarlara giderek oralara ihracat bile yapacaklar.
E-ticaret sitesi ile daha küçük miktarlardaki alımları bile karşılayacaklar. Belki de marka tescili, coğrafi işaret vb. çalışmalarının daha verimli olması sonucunda “çikita-muz” gibi “Iğdır-Şalağı” olarak tanınacak.
Eğitimlerin başında yaptırdığım bir çalışma var. Katılımcılara; “herkes tek elini havaya kaldırsın ve diğer elini kullanmadan alkış yapsın” diyorum. Tabii ki tek el havada alkış olmuyor. Sonra biraz düşündüklerinde yanlarında tek eli havada olan arkadaşlarının ellerine vurmaya başlıyorlar. Önce çok cılız bir alkış olurken, sonradan diğeri diğerine derken, ortamda ciddi bir alkış sesi oluşuyor.
“Kooperatif kuracaksanız, ellerinizi birbirinize vurarak ses çıkarmalısınız” sözü ile eğitime başladım. Bu hareketin küçükken atasözünü duymuştuk; “Bir elin nesi var, iki elin sesi var”
Ses çıkarmak, birlikte kazanmak, harekete geçmek için birbirimizle yaşama kültürünü öğrenmemiz şart!
Daha iyisi için daha çok çalışmamız dileği ile…