H. Yücel Koç
Yeni Dünya Nereye?
İnsanların bir araya geldiklerinde ülke gündemi ve geleceği konusunda daha sık konuştuklarının farkına varmış olmalısınız. Ekonomik gelişmeler, ya da gelişememeler, sosyal yapı değişimleri, baş döndüren siyasal olaylar ve geleceğe dair hissedilen derin kaygılar toplumumuzun gündelik hayatını çok daha fazla meşgul eder hale geldi. Böylesi bir gündemin oluştuğu sohbette bir arkadaşım hızla rejim değişimine gidildiği korkusu yaşadığını söyledi. Rejim değişimi birçoğumuzun kolay kolay ifade etmeye çekineceği bir ifade. Bu ve benzeri ifadeler insanımızı ürkütür, hatta korkutur. Bu tarz söylemlerin konuşulması, nedense tehlikeli bulunur? Kutuplaşmış toplumlarda bunları konuşmak, tartışmak toplumların sinir uçlarına dokunur. Ama konuşmadan, tartışmadan da bazı kavramlar anlaşılamıyor, ya da içleri doldurulamıyor.
Arkadaşıma rejimin neredeyse 20 yıl önce değiştiğini söyledim. Hatta değişen bu rejimin de son günlerini yaşadığını ve yeni bir rejimin gelmek üzere olduğunu anlattım. Arkadaşımın ürktüğünü gözlerinde gördüm. Değişen rejimin bundan daha mı iyi, yoksa daha mı kötü olacağını sordu. Bunun cevabını bulmak için, öncelikle mevcut rejimin adını koymak ve bu rejimin farkında olmak gerekiyor. Sorunun gerçek cevabı bu tespitlerin ardından açığa çıkabilir. Bu kavramları tartışamadığımız için değişen rejimlerin adını koyamıyoruz, farkındalığına varamıyoruz. Türkiye 80’lerin ortalarında başlayan sürecin getirdikleriyle, 2000’lerin başında radikal bir değişim sürecine girdi. Ülkemiz tüm kurumlarıyla, inanışıyla, kültürel hayatıyla, rejimiyle başkalaştı. Bu değişim bizlere her ne kadar hızlı olmuş gibi görünse de, bin yılı aşan devlet geleneğimiz, toplumsal hayatımız için çok uzun süreler almış sayılmaz. Ana sıkıntı, bu değişimler yaşanırken bizlerin çılgın ve yorucu gündemler içinde süreçleri analiz edebilecek fırsatları yakalayamamış, hatta dönüp geleceğe bakamamış olmamızdır.
Rejimlerin nasıl değiştiğini ve bizlerin neyi ne kadar fark edebildiğimizi kısaca izah etmeye çalışayım. Önceki hafta fikir dünyamın vazgeçilmez ışıklarından sevgili ağabeyim Muhlis Polat yapay zekâya “postmodern faşizmi” sormuş. Postmodernizm 20. Yüzyılın ortalarında modernizme tepki olarak doğmuş bir akım. Mimariden edebiyata, felsefeden siyasete, hayatımızı etkileyen tüm alanlarda etkili olmuştur. Çoğulculuğu esas alır, geleneksel yaklaşımları çok zaman reddedebilir, genel kabul görmüş değiştirilmesi düşünülemez kavramları sertçe sorgulayabilir ama her şeyi de daha flu hale getirebilir. Belirsizliklerden fırsatlar çıkarabilmek gibi de bir gücü vardır.
Yapay zeka “postmodern faşizm” için bakın neler diyor: “Postmodern faşizm, geleneksel faşizmden farklı olarak otoriter eğilimleri, kimlik siyasetini ve bilgi manipülasyonunu postmodern toplumun dinamikleri içinde yeniden üreten bir kavramdır. Bu, klasik faşizmin militarist, totaliter ve açık baskıcı unsurlarını doğrudan kopyalamaktan ziyade, medya, propaganda ve sosyal mühendislik yoluyla gücünü koruyan, çoğulculuk ve demokrasi gibi kavramları içten boşaltarak otoriter yapıları güçlendiren bir yaklaşımı ifade eder. Postmodern düşüncenin gerçekliği ve hakikati görecelileştirmesi, otoriter rejimlerin propaganda aracı haline gelir. Bilgi savaşları, komplo teorileri ve medya manipülasyonu kullanılarak halkın algıları yönlendirilir. Geleneksel faşizm genellikle etnik veya ulusal temellere dayanırken, postmodern faşizm dijital çağın dinamiklerine uygun olarak kültürel kimlikler, dini gruplar veya toplumsal cinsiyet gibi konular üzerinden kutuplaşmayı teşvik eder. “Biz ve Onlar” söylemi güçlendirilerek toplum içinde sürekli bir düşman yaratılır. Liderler, halkın sesi olduğunu iddia ederek demokratik mekanizmaları aşındırır. Medya ve hukuki kurumlar bağımsızlıklarını kaybeder, fakat bu süreç geleneksel faşizmdeki gibi açık baskı yerine, hukukun araçsallaştırılmasıyla (örneğin yargı bağımsızlığının zayıflatılması) gerçekleşir. Postmodern faşizm, geleneksel faşizmin fiziksel baskı araçları yerine dijital izleme, sosyal medya manipülasyonu ve algoritmik yönlendirme gibi teknolojik araçları kullanır. Bireylerin düşüncelerine yön verme, sansür ve bilgi kirliliği gibi yollarla toplum şekillendirilir. Gerçeklerin önemsizleştiği, hislerin ve propagandanın belirleyici olduğu siyasi atmosfer oluşur. Demokratik görüntüsünü koruyan ama basın özgürlüğünü kısıtlayan, seçimleri manipüle eden yönetimler iktidar olur. Trol orduları, dezenformasyon kampanyaları ve algoritmalarla toplum mühendisliği uygulanır. Sonuç olarak postmodern faşizm, klasik faşizmin doğrudan şiddet ve militarizm yöntemlerini daha sofistike tekniklerle değiştirerek çağdaş otoriter rejimlerin temelini oluşturuyor. Bilgi savaşları, medya kontrolü ve kimlik siyaseti üzerinden modern toplumları yönlendiren bu yeni otoriter dalga, demokrasiyi içten çökertirken, bireylerin özgürlük algısını da değiştiriyor.”
Bu tespitlerin güncel siyaset, mevcut partiler, iktidarlarla doğrudan bağlantısı yok. Bu iş bir yenidünya düzeninin, postmodern değişimin bize nasıl yansıdığının tespitleri. En önemlisi de dünyanın gebe olduğu yeni değişimlerin çok daha hızlı geleceği gerçeği. Kısır siyasi tartışmalardan çıkıp geleceğe odaklanamayan, gelecek planları yapamayan toplumların işinin bugünden daha zor olacağını tahmin etmek için ise bilge olmaya gerek yok.
Sağlıcakla Kalın.
H. Yücel Koç
3.Mart.2025
Antalya